"Yeni Lisan" adını verdikleri dit anlayışının ilkelerini Ömer Seyfettin, 1911'de "Genç Kalemler" dergisine yazdığı aynı adı taşıyan makalesinde ortaya koymuştur. Bu anlayışa göre; konuşma ve yazı dili ayırımı kaldırılarak, İstanbul halkının konuştuğu Türkçe, yazı diline temel alınacaktır. Dilimizde karşılığı bulunan Arapça-Farsça sözcükler atılacaktır.
Arapça-Farsça dil kuralları ve tamlamalar kullanılmayacaktır. Konuşma diline girerek halk tarafından benimsenen yabancı sözcükler, Türkçeleşmİş sayılarak korunacak dilden atılmayacaktır. Arapça-Farsça sözcükler, Türkçe'de söylendiği gibi yazılacaktır. (Devam)
II.Meşrutiyet, İttihat ve Terakki Cemiyeti İçinde örgütlenen subay ve aydınların baskısı sonucu 1908' de ilan edilir. Abdülhamit, Kanun-i Esasi'ye tekrar yürürlüğe koymak zorunda kalır. Meclis'i Mebusan'unda İttihat ve Terakki üyelerinin çoğunluğuyla yine aynı yıl açılır. Her türlü siyasal düşüncenin yasak olduğu bu dönem sona erince basın, aydınlar, sanatçı ve düşünürler, çeşitli alanlardaki düşünce ve eylemlerini büyük bir coşkuyla gerçekleştirmeye koyuldular. Bu dönem, Osmanlının dağılma ve yıkılma evresinin son aşamasıdır. Osmanlı artık taim anlamıyla Batı'nın sömürgesidir. 1789 Franız ihtilali'nin yaydığı 'milliyetçilik düşüncesi, Osmanlı İmparatorluğu İçindeki ulusal azınlıkların birer birer bağımsızlık eylemine girmesine neden olmuştur. Bunda Avrupalıların kışkırtmalarının da önemli bir payı vardır. Gelinen süreçte, imparatorluğu ayakta tutma konusunda ortaya atılan... (Devam)
Milli edebiyat hareketinin genel özelliklerin "dilde sadeleşme, ulusal kaynaklara yönetinerek ulusal tarih, yurt ve toplum sorunlarını işleme, ulusal şiir biçimlerinden yararlanma" gibi ilkeleri içerir. Milli edebiyat dönemi sanatçılarının çoğu, ulusal Bağımsızlık Savaşt'na yapıtlarıyla katılmışlardır. Sanat yaşamlarına Servet-i Fünun'da başlayan milli Edebiyat sanatçıları, Cumhuriyet döneminde de yapıtlar vermişlerdir. (Devam)
Öykü ve roman ilk kez bu dönemde Anadolu'ya açılmıştır. Sanatçılar, yapıtları da yurt ve toplum gerçeklerini yansıtmışlar, "Memleket edebiyatı çığırını başlatmışlardır.
Eserlerde yalın bir dil, anlaşılır bir üslup kullanmışlardır. Öykü ve roman tekniği bu dönemde oldukça gelişmiştir. Her kesimden insanın yaşamı yapıtlarına yansıtan sanatçılar gözleme dayalı olarak ülke sorunlarına eğilmişler, realizm akımından etkilemişlerdir. (Devam)
Bu dönem şiirinde hece ölçüsü kullanmış, halk edebiyatı nazım biçimlerinden yararlanmıştır. Yurtseverlik, kahramanlık konularının yanında doğa ve yurt güzellikleri de işlenmiştir. Ulusal, yerli kaynaklardan yararlanan Milli edebiyat dönemi şairleri, romantik söyleyişin dışında şiire yeni bir estetik getiremediler. Milli edebiyat sanatçılarıyla aynı dönemde eserler veren Ahmet Haşim, Yahya Kemal, Mehmet Akif gibi sanatçılar, aruzla yazmayı sürdürmüştür. "Beş Heceliler" adı verilen topluluk, Birinci Dünya Savaşı yıllarında ortaya çıkmıştır. İttihat ve Terakki tarafından, ulusal coşkuyu arttırmaları yönüyle destek ve teşvik görmüşlerdir. Anadolu'ya romantik bir üslupla yaklaşan bu sanatçılar Cumhuriyet döneminde de şiir yazmayı sürdürmüştür.
Beş Hececiler şu adlardan oluşur: Orhan Seyfi Orhon, Faruk Nafiz Çamlıbel, Enis Behiç Koryürek, Yusuf Ziya Ortaç (Devam)
KONUSU: Dilencilik mesleğinin incelikleri anlatılırken, aynı zamanda, Osmanlı Toplumunun son dönemleri ile, Cumhuriyet döneminin ilk yılları gayet açık ve akıcı bir şekilde aktarılmakta, bir insana verilebilecek en büyük "sadaka"nm ise sevgi olduğu vurgulanmaktadır.
Şimdi olduğu gibi, çocukken de canım çok kıymetli idi. Yaşıtlarım her türlü oyunu oynarlarken, ben sadece onları seyretmekle yetinirdim. Hatta gelip bana sataştıklarında dahi, gücüm kuvvetim yerinde olmasına rağmen, hiç rahatımı bozmaz, kaale almazdım. Anlayacağınız, intikam duygusu ben de ta çocukluğumdan beri mevcut değildi. Ben, neticeye varmak için, niyaz etmek yolunu seçenlerdenim. Meslek icabı gayet iyi bilirim: Oldukça dişe dokunur bir çıkara dayanmayan konularda rica ve niyaz en kuvvetli silahtır. Yalvarmasını, amma usul ve adabına göre yalvarmasını bilen insan için açılmayacak kapı, erilmeyecek mertebe yoktur.
KONUSU: Kitapta, insanların "vakit nakittir" diyerek, sürekli olarak çalışıp, birbirlerine ve doğadaki güzelliklere zaman ayırmadıkları ve süreç içerisinde nasıl birer makine parçası haline geldikleri akıcı bir tarzda anlatılmaktadır.
BİRİNCİ BOLUM:
Büyük Bir Kent ve Küçük Bir Kız:
Çok eski zamanlarda, sıcak ülkelerde, büyük ve görkemli kentler vardı. Büyük saraylar, tapınaklar ve şatoların yaranda, kentin arka taraflarında, daracık sokaklar, eğri büğrü evler de bulunurdu. Aynı zamanda, insanların bir araya gelip, konuşmaları ve tartışmaları için geniş meydanlar da bulunurdu. Hepsinden önemlisi, bu kentlerde, günümüzdeki sirklere benzeyen, taştan basamakları olan, büyük tiyatrolar da vardı.
O günlerin üzerinden binlerce yıl geçti. O kocaman tiyatrolardan bugün sadece yıkıntılar kaldı. İşte bizim Momo'nun başından geçen olaylarda böyle bir kentte yaşandı.
Bu eser, Halide Edip Adıvar'ın çocukluk günlerinden başlayarak 36 yaşına kadarki hayat hikâyesini anlattığı bir anı kitabıdır. Halide Edip, kendi çocukluğunu, yetişme yıllarını, ilk yazılarını, ilk evlilik ve ayrılığını Mor Salkımlı Ev'de anlatırken bir yandan da Millî Mücadele döneminin ve imparatorluğun son dönemlerinin panoramasını ortaya koymaktadır.
Mor Salkımlı Ev Özeti:
Halide Edip, 1882'de Mehmet Edip Bey'in kızı olarak Beşiktaş'ta Mor Salkımlı Ev'de dünyaya gelmiştir. Aile, çeşitli sebeplerle ara ara bu evden ayrılmakla birlikte her defasında mor salkımlı eve geri döner. Halide'nin annesi Bedri-fem Hanım, o küçük yaşta iken veremden ölmüştür. Halide, onu çok az ve silik hatırlamaktadır.
Halide'nin hayatında, mor salkımlı evde 'Haminne' diye hitap ettiği anneannesinin büyük yeri olmuştur. Eyüp Sultanlı Nakiye Hanım {Haminnesi), Mevlevi, aşırı derecede merhametli, cömert, eli... (Devam)
Düşünce ve beğeni alışkanlıkları yönünden eskiye bağlıdır. Bu, aldığı medrese kültürüne bağlanabilir. Recaizade Mahmut Ekrem'e karşı, "göz için uyak" anlayışını savunmuştur. Aruzu kullanmasına karşın dil sadedir. Sanatçının "Lügat-i Naci" adlı bir sözcüğü de vardır. Edebiyatımızda köyü konu alan ilk şiir yani ilk köy şiiri "Köylü Kızların Şarkısı" Muallim Naci'ye aittir.
Eserleri:
Ateşpare, Şerare, Füruzan ( şiir ); Demdeme (eleştiri) (Devam)
Mumcu Sabih Efendi atadan gördüğü mesleği dükkânında devam ettiriyordu. Akşam olunca her zamanki gibi dükkânını kapayıp evine doğru yollandı.
Dedesi mum kralı idi. Babası kendisinden daha zengindi. Sabih Efendi ise şimdi fakir. Çünkü elektrik, havagazı, petrol kullanımı arttıkça Sabih Efendi'nin mum satışları azaldıkça azaldı.
Sabih Efendi dükkândan çıktıktan sonra farelerin dükkândaki cümbüşü başladı. Fareler bir yandan oynaşmaya diğer yandan mumları kemirmeye devam ettiler. Bekçi Sarman gelince çil yavrusu gibi dağılmak zorunda kaldılar.
Bunların içinden genç bir fare komşu duvarını aşarak yürüdü, yürüdü nihayet elektrik dairesine girdi. Her taraf kablolarla doluydu. Başladı kemirmeye. Kemirdikçe hoşuna gitti, hoşuna gittikçe kemirdî. Birdenbire Beyazit'ten Fatih'e kadar her yerin elektriği kesildi. Bir Ramazan gecesiydi.
Bir cümle olarak dile getirilen bir tezle bir antitezin iki ayrı grup yani farklı iki taraf arasında ve bir hakem kurulu karşısında tartışılmasına münazara adı verilir. Bu tür tartışmalar, aslında düşünce ve söz yarışmasıdır. Münazarada kullanılan dil ve üslup edepli ve seviyeli olmalıdır. Bu ölçü kaçırıldığında münazara çatışmaya dönüşür ki çatışmada sertlik, kabalık ve demagoji blunur. Bu sebeple tartışılan konularda tartışmacılar ister yanlış şeyler dile getirsin isterse fikrimize tamamen aykırı şeyler söylesin konuşmacıya müdahale etmeden sıramız geldiğinde kendi düşüncemizi söylemeliyiz. Münazara çoğunlukla eğitim kurumlarında öğrencilerin yeteneğini geliştirmek ve toplum önünde düzenli, soğuk kanlı konuşma alışkanlığını ayrıca karşı fikre saygı duyma düşüncesini edinmeleri amacıyla düzenlenir.
Sınıfta yapılan bir münazarada gruplar üç ya da dörder öğrenciden oluş... (Devam)
1828 tarihinde Antep'de doğdu. Ailesiyle gittiği Mısır'da Mehmet Ali Paşa'nın yapmış olduğu yenilikleri yakından görmüştür. 1852 yılında Tercüme odasına girerek Emin Efendiden Fransızca'yı öğrenmiştir. 1855 yılında Mustafa Kemal Paşa ile Berlin'e gitmiş Avrupa'yı yakından tanıma fırsatı bulmuştur. Avrupa'da kaldığı yıllarda Almanca'yı öğrenip hukuk, iktisat, felsefe ve edebiyat şiir dersleri almıştır. Yurda döndükten sonra Ceride-i Havadis gazetesinde yazılar yazmaya başladı. 1863 yılında Cemiyet-i Tedrisiye-i Osmaniye'yi kurarak Mecmua-i Funun dergisini çıkarmaya başladı. Tanzimat edebiyatı döneminin ahlaki prensiplerini tartışmaya açarak kendisinden sonraki düşünürleri etkilemiştir. Ancak 1864 yılından sonra siyasi hayattan uzaklaşarak Tanzimat neslinden kopmuştur. Hükümet tarafından birçok memuriyete getirildi. Hatta 1872- 95 yılları arasında iki defa Tahran elçiliği yapmış... (Devam)
Kitap Özetleri (Mürebbiye ' Hüseyin Rahmi Gürpınar)
Dehri Efendi, altmış beş, yetmiş yaşlarında zengin biridir. Ölen karısından biri kız diğeri erkek iki; odalığından da gene biri kız diğeri oğlan iki; küçük çocuğu vardır. Bu iki küçük çocuk için, Anjel isminde Paris'ten İstanbul'a gelmiş ahlakı düşük bir ecnebi kadını mürebbiye olarak alır. Kadın yalıda, Dehri Efendinin büyük oğlu Şemi'yi, Dehri Efendi'nin on sekiz yirmi yaş küçüğü olan "Amca Beyi", Dehri Efendi'nin kızı Melahat'ın kocası Sadri'yi paralarından yararlanmak için" baştan çıkarır, ve bu üçünü yalı içinde büyük bir ustalıkla idareye muvaffak olur. Sonunda, kıskançlığı fena halde ayaklanan Şem'i bir gece amcasıyla eniştesinin planları ile mürebbiyenin odasına hücum eder ve öldürmek için aradığı rakibini bulmak için açtığı bir dolapta babasıyla karşı karşıya gelir. (Devam)
KONUSU: Toplumsal çarpıklıklar ve adaletsizlikler çok güzel bir şekilde anlatılmıştır.
Aradan saatler geçti. Yine iki köpek balığı geldi ve balığı yemeye başladılar. Yaşlı adamın onlara vuracak sadece sopası kalmıştı. Yine de, her ikisini etkisiz hale getirmeyi başardı. Ancak, balığının yarısı yok olup gitmişti.
Şehrin yukarılarında, uzun bir sütunun üzerinde, Mutlu Prens'in heykeli vardı. Gelip geçen herkes onunla ilgili mutlaka bir yorum yapardı.
Bir gün, kırlangıcın biri onun altında gecelemek istedi. "Tam istediğim gibi bir yer." diye düşünürken yağmur damlaları gördü. Dikkatlice baktığında, yağan damlaların, yağmur değil Mutlu Prens'in gözyaşları olduğunu görünce ona niçin ağladığını sordu. O da: "Canlıyken ve bir insan kalbine sahipken, gözyaşının ne olduğunu bilmezdim. Çevremdeki her şey öyle güzeldi ki. Saraydakilerin hepsi bana 'Mutlu Prens' derl... (Devam)