HİKAYELER

 

Söğüt Ağacı:

 

B ve T. kasabaları arasındaki bozuk posta yolunda derenin kıyısındaki Andreyev'in, kendisi gibi yaşlı söğüt ağacına yaslan­dığı için ayakta durabilen değirmeni ve iki kişilik kalın gövdeli söğüt ağacı vardır. Bu ağaç, sadece değirmene değil, yaşlı Arhip'e de arkadaştır. Arhip, gündüz balık avladığı söğüdün dibinde, gecede oturur durur.

Otuz yıl öncesiydi. Arhİp yine oturmuş balık avlıyordu. Pos­ta arabasının geldiğini gördü. Ancak, her zaman yerinden daha ilerde duran arabanın sürücüsünün yanındaki postacıyı elindeki demirle vurup öldürdüğünü, sonra da arabadaki çantayı alıp, söğüt ağacının kovuğuna soktuğunu, sonra da, kendisine de bir­kaç tane vurup "imdat" diye bağırdığını işitti. Bu olaydan bir hafta sonra, soruşturmacılar gelip, bir şeyler konuşup, yazıp gittiler. Arhip korkudan tir tir titriyordu. Bir hafta daha böyle geçti. Arhip, çantayı kaptığı gibi ilçenin yolunu tuttu. Tarif edilen bir binaya girdi, durumu anlattı. Çantayı elinden alıp, biraz sonra hafiflemiş olarak geri verdiler ve "yanlış gelmişsin, şu binaya git" dediler. Gösterilen binaya gitti, yine ilgilenmediler. "Çantayı bırak, git" dediler. Denileni yaptı. Söğüt ağacının dibine geldiğinde, arabacının ağacın kovuğunu karıştırdığını gördü. Arabacıya yaptıklarını anlattı. O da, onu dövmeye başladı. Sonra da, bir daha oradan ayrılamadı. Aylarca, Arhip'le beraber değir­mende kaldı. "Vicdan azabından ölüyorum" diyordu. Arhip, onun koluna girip karakola götürdü. Karakolda, "git başımızdan, o cina­yetin faüi bulunamadı, dosyayı kapattık" diyerek kovaladılar. Araba­cı, baktı ki başka çare yok, nehre atlayarak intihar etti.

 

Soyunun Son Türü:

 

Güzel bir bahar sabahı, evinde konuk olduğum toprak ağası Dokukin ile oturmuş konuşuyoruz. Dokukin, can sıkıntısından şikayetçiydi. Biraz sonra, Dokukin'in hiç karşılaşmak istemediği kız kardeşi büyük bîr azametle içeri girdi. Arkasında da, kocası mı kölesi mi belli olmayan, bir erkek vardı. Zaten, kocasını soylu­luğa yakışır davranmadığı için, 'Soylular Derneği Başkanına şikâye­te gidiyormuş, geçerken uğramış.

Sonra da bana dönüp, "Soylu bir kişinin, ne idüğü belirsiz kişi­lerle oturup kalkmasının" doğru olup, olmadığını sordu. Daha ben konuşmadan, adam: "Ne yapayım, karakterim zayıf," diyerek kendi­ni savundu.

Hanımı hemen, "Karakteri zayıfmış..Soy adımızı küçük düşür­meye ne hakkın var? ..Seni adam kılığına sokan benim..Adam olman için, etek dolusu para harcadım. Soyadımızın yüceliğini düşünmesem, şimdi çoktan mutfak köşesinde çürümüştün.."

Adamcağız, korkusundan büzüşmüştü. Kadın kalktı, söylene söylene yatak odasına gitti. Dokukin, adama "sana çok yazık olmuş" dedi. "Ben iki saat dayanamıyorum, sen bir ömür nasıl dayanıyorsun?" diyordu ki, kadın, odadan kocasına seslendi: "Çabuk gel, şu sinekle­ri kov!"

 

Yayın Balığı:

 

Köylü dülger Gerasim ile Liubim, bir saattir soğuk suyun i-çİnde bulundukları için mosmor olmuş suratları ile dipteki yayın balığını çıkarmak için olanca güçleriyle uğraşırlarken, onları gö­ren çoban Yefim de, "o işi ben beceririm" diyerek suya girip, yanla­rına gelir ve yayın yakalama operasyonuna o da katılır. Bu arada, toprak ağası kaybolan çobanını aramak için suyun kenarına gelir. Önce, çobana kızar. Ancak, işin içinde yayın balığı olunca, kızma­yı bırakıp, teşvike başlar. Aradan on on beş dakika geçince, bu defa da arabacısı Vasili'yi çağırır. Vasili de soyunur ve suya dalar. Şimdi dört kişi birden yayın balığını çıkarmaya çalışmaktadırlar. Ancak, bir türlü başaramazlar. Toprak ağası dayanamaz ve soyu­nup o da onların yanına gelir. Hep birlikte yayın balığını tutup, suyun üstüne çıkarırlar. Keyiflerine diyecek yoktur. Aralarında kaç okka geleceğini tartışırlarken, yayın balığı kuyruğunu havaya diker ve aniden suyun içine girip kaybolur.

 

Yolunu Şaşıranlar:

 

Yazlık bir semtte, Kozyavkin ve Layev isimli iki avukat, ge­cenin ilerleyen saatlerinde, çakırkeyf oldukları için, beş fersah yol almalarına rağmen bir türlü evlerinin yolunu bulamamışlardır. Bir yazlığın penceresinin önünde dururlar. Kozyavkin, kendi yazlığı zannettiği için, teklifsizce pencereyi iteler ve Pelerini ile çantasını içeri atar. Sonra da karısı Vera'yı neşelendirmek için şarkı söylemeye başlar.

Karısı kapıyı açmayınca sabırsızlanır ve kendisi kapıyı itele­yerek içeri girer. İçerden tavuk sesleri gelince, kendi evine değil de kümese girdiği anlaşılır. Bu sefer, çantası ve pelerinini bulmak için karanlıkta tavuklar, horozlar, hindilerle boğuşmaya başlar. Tüyler, kanatlar, samanlar, yumurtalar içinde oluşan gürültüye, ev sahibesi kadın köpekleri ile birlikte gelir. Bu arada Layev, dışarda oturduğu taşın üstünde uyumuştur.

Ev sahibesi, lambayı Kozyavkin'in üstüne tutar ve "Kümesimi mahvettin" der. Kozyavkin, avukat olduğunu ve aynı mahallede yazlığı olduğunu söyler. Kozyavkin'in, yazlığı olduğu doğrudur ama, bu mahallede değil. Sarhoşlukla, beş fersah ötedeki diğer semte gelmişlerdir.

 

Birinci Mevki Yolcusu:

 

Trende iki yolcu, şöhret üzerine konuşuyorlar. "Öyle sanıyo­rum ki, şöhretin nasıl bir şey olduğunu anlasak onu elde ediş yöntemle­rini de öğrenirdik" dedi, mühendis olan ve devam etti: "Hiç unut­mam, bir yere çok güzel bir köprü yapmıştım. Açılış töreni zamanı, herkesin bana bakacağını zannediyordum. Kimse beni görmedi bile. Biraz sonra, toplanan kalabalıkta bir dalgalanma oldu. Baktım benimle de düşüp, kalkan şarkıcı kadın. Herkes onu tanıyor. İnsanlara bu köprüyü yapanı tanıyor musunuz? diye sordum, kimse bilmedi. Kentin en iyi öğretmenini mimarım, susunu, busunu sordum yine bilemediler. Bu yüzden, o günden beri kalabalıklardan nefret ederim."

Mühendis daha sonra, kazandığı birincilikleri, yaptığı eserle­ri anlattı. Ancak, bunların hiç biri kendisinin şöhret olmasını sağ­layamamıştı. Bir şey daha vardı. Bunları anlattığı yolcu, otuz beş yıldır Kus üniversitelerinde ders veren, Bilimler Akademisi üyesi Profesör Puşkov'du. Mühendis onu tanımıyordu.

İki adam, Önce bakıştılar sonra da kahkahaları koyverdiler.

 

Kunduracı ile Şeytan:

 

Noelden önceki gece, kunduracı Fiodor bir yandan elindeki çizmeleri bitirmeye çalışıyor, diğer yandan da insanlar eğlenirler­ken, kendisinin gece yarılarına kadar çalışmasına içerliyordu. Bitirdiği çizmeleri koltuğunun altına alıp, sahibine götürdü. Müş­terinin ayaklarına çizmeleri giydirirken, onun bir şeytan olduğu­nu anladı ve soğukkanlığını koruyarak, şeytana iltifat etti. Şeytan, ruhunu ona satması karşılığı, onun varlıklı bir adam olmasını sağladı. Parası çok olduğu için, çalarlar diye gece uyuyamadı. Ertesi gün, bir armonika alıp çalmak istedi, kendisi ile dalga geçti­ler. Şeytan onu götürdü cehenneme attı. Azap içinde kıvranıp, durdu.

Birisinin kendisini dürtmesi ile gözlerini açınca, karşısında kendisine bağıran müşterisini gördü. Şu kısacık rüyada bile, zen­ginlik ile fakirliğin aynı derecede kötü olduğunu anlamıştı.

Önceki
Önceki Konu:
Faik Baysal
Sonraki
Sonraki Konu:
Aşık Paşa

Yapılan Yorumlar

diyar
diyar 26 Şubat 2014

çok iyi harika

Yorum Yapın

Güvenlik Kodu
Son Ziyaretler:
Coğrafya Sitesi Tarih Sitesi Matematik Sorusu