Mumcu Sabih Efendi atadan gördüğü mesleği dükkânında devam ettiriyordu. Akşam olunca her zamanki gibi dükkânını kapayıp evine doğru yollandı.
Dedesi mum kralı idi. Babası kendisinden daha zengindi. Sabih Efendi ise şimdi fakir. Çünkü elektrik, havagazı, petrol kullanımı arttıkça Sabih Efendi'nin mum satışları azaldıkça azaldı.
Sabih Efendi dükkândan çıktıktan sonra farelerin dükkândaki cümbüşü başladı. Fareler bir yandan oynaşmaya diğer yandan mumları kemirmeye devam ettiler. Bekçi Sarman gelince çil yavrusu gibi dağılmak zorunda kaldılar.
Bunların içinden genç bir fare komşu duvarını aşarak yürüdü, yürüdü nihayet elektrik dairesine girdi. Her taraf kablolarla doluydu. Başladı kemirmeye. Kemirdikçe hoşuna gitti, hoşuna gittikçe kemirdî. Birdenbire Beyazit'ten Fatih'e kadar her yerin elektriği kesildi. Bir Ramazan gecesiydi.
Herkes "Mum, mum!" diyerek sokağa fırladı. Mum bir anda büyük çölde bir bardak su gibi kıymetlendi. Sabih Efendi'yi evinden çağırdılar. Dükkânının önünde uzun kuyruklar oluştu. Dükkânda on senedir satılmayan mumlar, yarım saatte tükendi. Sabih Efendi'nin keyfine diyecek yoktu. "Garip kuşun yuvasını Allah yapar." diye söylendi ve akşam üstü dükkânı kaparken unuttuğu fare kapanlarını kurdu, kepenkleri indirip gitti.
Sabahleyin, dükkânı açtığında o genç fareyi, ağzında kablo ve kauçuk kırıntıları dolu olarak kapana yakalanmış buldu. "Bir
düşmandan kurtuldum." diye sevindi.
Kıssadan hisse: Şu dünyada nice insan tanırım ki, bu mumcunun faresi gibidir.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.