Allah yarattı dememek: Acımasızca dövmek, hırpalamak, cezalandır­mak.

Allah "Yürü ya kulum" demiş : "Kısa sürede her giriştiği işten para ka­zandı." anlamında.

Allak bullak etmek (bir şeyi) (birini) : -1. Onu karıştırmak, bozmak, darmadağınık etmek. -2. Onu sağlıklı düşünemeyecek duruma getir­mek. (Kars. Altüst etmek, karmakarışık etmek.)

Allak bullak olmak : -1. Düzeni bozulmak. -2. Sağlıklı düşünemez du­ruma gelmek. (Kars. Altüst olmak, karmakarışık olmak.)

Allayıp pullamak (bir şeyi, kimseyi) : Onu süslemek, İlgi çeksin diye kötü yönlerini çarpıcı şeylerle donatmak.

Allem (etmek) kallem etmek : Amacına ulaşmak için her yola başvur­mak.

Allı pullu : Süslü, gösterişli.

Alnı açık, yüzü ak : Dürüst, namuslu (insan).

Alnından öpmek (bir kimseyi) : Onu çok beğenmek, kutlamak, takdir etmek.

Alnını karışlamak: Zor bir İşi yapacak olanın gücünü küçümsemek. (Kars. Meydan okumak.)

Alnının akıyla : Emeğiyle, namusuyla, şerefiyle.

Alnının damarı çatlamak : Bir İş başarmak için çok çalışmak, çok yo­rulmak.

Al takke ver külah : -1. Büyük çekişmelerden sonra. -2. Çok samimi, senli benli.

AK etmek (birini) : Onu yenmek.

Altı kaval üstü şeşhane : Hiçbir parçası birbiriyle uyumlu olmayan.

Altında kalmamak (bir şeyin) : Gördüğü iyiliği ya da kötülüğü karşılık­sız bırakmamak.

Altından çapanoğlu çıkmak : Bir işte birtakım pürüzlerle, beklenmedik durumlarla karşılaşmak.

Altından girip üstünden çıkmak : Parayı ya da malı savurganca har­cayıp bitirmek, kısa sürede tüketmek.

Artından kalkmak : Zor bir işi yapmak, güç bir sorunu çözmek, başar­mak.

Altını çizmek: Bir sözün, yargının, durumun önemini vurgulamak.

Altını üstüne getirmek: -1. Karmakarışık duruma getirmek. -2. Bir şey bulmak için her yanı karıştırmak.

Altı okka etmek (birini): -1. Bir kimseyi kollarından ve bacaklarından tutup yukarı kaldırmak, aşağt indirmek. -2. Ona büyük değer vermek.

Altlı üstlü : -1. Etek ve ceket gibi iki parça (giysi). -2. Alt ve üst katta ol­mak üzere.

Altta kalanın canı çıksın : "Bu güç koşullarla baş edemeyen yok olup gitsin." anlamında.

Alttan almak : Soğukkanlı ve yumuşak davranmak (Kars. Aşağıdan ol­mak.)

Alttan atta : Gizlice, kimseye belli etmeden (Kars. El artından, gizliden gizliye.)

Alt taralı : -1. Geriye kalanı. -2. Olup olacağı. -3. "Değeri nedir ki." an­lamında.

Alt üst etmek (bir şeyi) (birini) : -1. Onu karmakarışık etmek. -2. Ara­madık yer bırakmamak. -3. Büyük zarar vermek. -4. Ruhsal bunalım yaratmak.

Alt üst olmak : -1. Düzeni bozulmak, karmakarışık olmak. -2. Rahatsız­lanmak. -3. Üzülmek, tedirgin olmak.

Aman aman bir şey olmamak: Herkesin beğeneceği bir şey olmamak.

Aman dilemek: Carimin bağışlanmasını dilemek,

Aman vermemek (birine, bir şeye) : -1. Onu rahat bırakmamak, -2. Ona acımamak, merhamet etmemek.

Aman zaman demeye (fırsat) kalmadan : Çok çabuk, ne olduğunu anlamadan.

Amiyane tabiriyle : Halkın deyişiyle, halk ağzıyla, kaba bir söyleyişle.

Ana avrat dümdüz gitmek : Çok ağır küfretmek.

Ana baba günü : Çok kalabalık, karışık, telaşlı durum.

Anadan doğma : -1. Çınlçtplak. -2. Doğuştan, sonradan değil.

Ana kuzusu (anasının körpe kuzusu) : Sıkıntı ve güçlüklere alışma­mış nazlı kimse.

Anan güzel mi? : Yerine getirilmesi güç istekler karşısında "Nerede o

bolluk?" anlamında.

Ananın ak sütü gibi helal etmek (bir şeyi) : Onu karşılıksız olarak ba­ğışlamak.

Ananız (analar) taş yesin, yarımşardan (yarım yarım) beş yesin : "Sizin için fedakârlıkta bulunuyor görünüyorum, ama sizden daha kâr­lı çıkacağım." anlamında.

Anan yahşi baban yahşi demek : Bir kimseyi pohpohlayarak istediği­ni yaptırmak ya da elde etmek.

Anası ağlamak : Çok sıkıntı çekmek, eziyet çekmek.

Anası (onu) kadîr gecesi doğurmuş : Çok şanslı (kimse); kadir ge­cesi doğmuş.

Anasından doğduğuna pişman : -1. Çok tembel. -2. Çok bezgin, bit­kin.

Anasından doğduğuna pişman etmek (birini) : Eziyet ederek onu ca­nından bezdirmek.

Anasından emdiği süt burnundan (fitil fitil) gelmek : Bir işi yaparken çok sıkıntı ve güçlük çekmek.

Anasını ağlatmak : -1. Ona çok eziyet etmek, onu sıkıntıya sokmak. -2. Bir şeyi hor kullanmak.

Anasını bellemek : Birisine büyük kötülük yapmak.

Anasının gözü : Çıkara, düzenbaz, uyanık (kimse) (Kars.Hin oğlu hin.)

Anasının körpe kuzusu : bk. Ana kuzusu.

Anasının nikâhını istemek: Satılacak bir şeye değerinin çok üstünde fiyat biçmek, para istemek.

Anasını satayım : "Her ne olursa olsun, aldırdığım yok." anlamında.

Anasını sattığımın : 'Allah belasını versin." anlamında.

Anca beraber kanca beraber: Bir işte iki ya da daha çok kimsenin, o iş kötü bile gitse birbirinden ayrılmamaları gerektiğini anlatır.

Anladımsa Arap olayım : 'Anlatılanlardan hiçbir şey anlamadım.' anla­mında.

Anlamazlıktan (anlama mazltktan) gelmek (anlamazlığa vurmak) ; Bir şeyi anladığı halde anlamamış, farkına varmamtş gibi davran­mak.

Anlam çıkarmak : Ne anlama geldiğini anlamak; mana çıkarmak.

Anlam vermek : Yorumlamak, değerlendirmek; mana vermek.

Anlamına gelmek : Belirtildiği biçimde anlaşılmak; manasına gelmek.

Anlarsın ya : Herkesin bilmemesi gereken bir konuyu ima etmek için kullanılır.

Anlayıp dinlemeden : Yeterli bilgi edinmeden, iç yüzünü anlamadan.

Anlayış göstermek (birine) : -1. Onun yaptıklarını hoşgörüşle karşıla­mak. -2. Ona istenen kolaylığı göstermek.

Ant içmek (etmek) : Bir şeyi yapmaya ya da yapmamaya kutsal bir şeyi tanık gösterip söz vermek. (Kars. Yemin etmek.)

Ant vermek (birine) : "Allah aşkına", "Çocuklarının başı İçin" gibi söz­lerle birisini bir şey yapmaya ya da yapmamaya mecbur etmek; ye­min vermek.

Apar topar : -1. Aceleyle, çarçabuk. -2. Zorla ; yaka parça.

Aptal kutusu: Televizyon.

Aptesi gelmek : Büyük ya da küçük aptes yapma gereksinimi duymak

Aptesi kaçmak : Aptest bozmak gereksinimi ortadan kalkmak.

Aptest almak: Din kurallarına göre yıkanmak.

Aptest bozmak: Büyük ya da küçük aptes yapma gereksinimi duy­mak.

Aptesti kaçmak : Yeniden aptest alması gerekmek.

Ara (aralarını) bozmak (açmak) : Kişiler arasındaki dostluğu, iyi ilişki­leri bozmak.

Ara (aralarını) bulmak : Kişiler arasındaki sorunları, uyuşmazlıkları çö-zümleyip tarafları uzlaştırmak.

Arada bir: Seyrek olarak, nadiren.

Arada çıkarmak: Öteki işler arasında başka bir işi de yapıp bitiriver-mek.

Arada dağlar kadar fark olmak : Birbirinden çok farklı olmak.

Arada kalmak : Uyuşmazlıkları çözümlemek üzere girişimde bulunur­ken güç durumda kalmak, her iki yanı da hoşnut edememek.

Arada kaynamak: Karışıklık nedeniyle gereken ilgiyi, önemi görme­mek.

Aradan çıkarmak : Daha büyük işlere ağırlık verebilmek için bir işi ön­celikle bitirmek.

Aradan çıkmak : -1. İlgisini kesmek. -2. Başka işler yapılırken o iş de bitirilmek.

Araları açılmak (bozulmak) : İlişkileri bozulmak.

Aralarından kara kedi geçmek : İki dostun arasına dargınlık, soğuk­luk girmek, gücenmek, küsmek.

Aralarından su sızmamak : İki kişi arasında çok iyi dostluk ilişkileri ol­mak.

Aralarını açmak : bk. Ara bozmak.

Aralarını bulmak : bk. Ara bulmak.

Arap saçı: Çözülmesi güç, karışık durum, iş.

Ara sıra : Seyrek olarak, nadiren, bazen.

Ara vermek (bir şeye) : Dinlenmek için o şeyi (işi) bir süre bırakmak; duraklamak, kesmek.

Araya girmek : -1. Araları bozuk olan iki kişiyi uzlaştırmaya çalışmak. -2. Bir iş yapılırken başka bir durum ortaya çıkıp o işi geciktirmek.

Araya koymak (birin) : Bir işin çözümü için sözü geçen birinin aracı­lık yapmasını sağlamak.

Araya soğukluk girmek : Dostluk ilişkileri zedelenmek.

Arayı açmak : -1. Bir şeyle kimseyle arasındaki mesafeyi artırmak. -2. Bir kimseyi ziyarette gecikmek.

Arayıp sormak (birini) : -1. Bir kimse ile ilgili bilgi toplamak, haber sormak. -2. Bir kimseyi ziyaret etmek, onunla İlgilendiğini göstermek.

Arayı soğutmak: -1. Bir olayın üzerinden zaman geçmesini bekle­mek. -2. Eski dostluğu sürdürmemek.

Arayı uzatmak : Bir kimseyi ziyarette, arayıp sormada gecikmek.

Arayı yapmak: -1. Dargın olanları barıştırmak. -2. İki kişi arasında dostluk ilişkisi kurmak.

Ar damarı çatlamak : Utanma duygusunu yitirmek, artık utanmaz ol­mak.

Ardı arkası kesilmemek: Birbiri ardınca gelmek, hiç ara vermeden sürüp gitmek.

Ardına düşmek (birinin, bir şeyin): -1. Herhangi bir amaçla onun ar­kasından gitmek, peşini hiç bırakmamak. -2. ,Bir işi sonuçlandırmak için sürekli uğraşmak.

Ardından atlı kovalamak : bk. Arkasından atlı kovalamak.

Ardı sıra : Arkasından, peşinden.

Arı kovanı gibi işlemek (bir yer) : Bir yerin gidip geleni, gireni çıkanı çok olmak.

Arına dokunmak : Bir şeyden alınmak, incinmek, utanmak

Arı kovanına (yuvasına) çöp dürtmek (çomak sokmak) : Belayı üze­rine çekmek, bela aramak; başına bela getirecek söz söylemek, dav­ranışta bulunmak.

Arif olan anlasın (anlar) : "Çok açık söylenmiştir, anlayan anlar." anla­mında.

Arka arkaya vermek : Dayanışma içinde olmak, işbirliği yapmak; sırt

sırta vermek.

Arka bulmak (birinden) : Bir iş için onun desteğini sağlamak.

Arka çevirmek (birine) : Ona eski yakınlığını göstermemek; sırt çevir­mek.

Arka çıkmak (birine) : Bir kimsenin koruyuculuğunu üstlenmek, hakla­rını savunmak.

Arkada kalmak : -1. Geriden gelmek, birlikte yürürken geride kalmak. -2. Herhangi bir konuda ilerleyememek, ileri gidememek

Arkadan arkaya : Gizlice, belli etmeden; sinsice. (Karşjçten İçe.)

Arkadan (arkasından) söylemek (konuşmak) : Birisini o kişi yokken bir başkasına çekiştirmek; onun hakkında dedikodu yapmak; aleyhin­de konuşmak.

Arkadan vurmak (birini) : Güvenilen bir kimse, beklenmedik bir anda kötülük etmek; ihanet etmek.

Arkadaş canlısı: Arkadaşı, arkadaşlığı çok seven.

Arka kapıdan çıkmak: Okuldan hiçbir şey öğrenmeden ya da başarı­sız olduğu için ayrılmak.

Arka planda : Geride, önemsiz.

Arkası alınmak : Sona erdirilmek, kesin olarak bitirilmek.

Arkası gelmek : Sürmek, devam etmek, kesilmemek.

Arkası kesilmek: Sona ermek, son bulmak.

Arkasına düşmek: -1. Bir kimsenin arkasından gitmek. -2. Bir işi so­nuçlandırmak İçin sıkı ve aralıksız bir şekilde çalışmak.

Arkasından (ardından) atlı kovalamak : Bir işi gereksiz bir çabukluk­la ve telaşla yapmak

Arkasından söylemek : bk Arkadan söylemek.

Arkasından teneke çalmak: Yuhalamak, kovmak

Arkasında yumurta küfesi yok : Verdiği sözden vazgeçen, sık sık dü­şünce ve tavır değiştiren, bunda da sakınca görmeyen kimse ve onun durumu için söylenir; sırtında yumurta küfesi yok.

Arkasını almak (bir işin) : O İşi sona erdirmek, bitirmek

Arkasını bırakmak: Vazgeçmek; artık ilgilenmez, uğraşmaz olmak; peşini bırakmak.

Arkasını çevirmek (birine, bir şeye) : Onunla ilgilenmez olmak, ona önem vermemek

Arkasını dayamak (birine, bir şeye) : Güçlü bir kimsenin koruyuculu­ğunda olmak; sırtını dayamak.

Arkasını getirmek (getirememek) : Bir işi sürdürüp sonuçlandırmak (sonuçlandıramamak).

Arkasını sığ a ma k (sıvamak, sıvazlamak) : Okşamak, övmek, iltifat et­mek

Arkasını (birine, bir şeye) vermek : Bir kimsenin koruyuculuğundan güç almak ona dayanmak yaslanmak.

Arkası pek : Bir kişi ya da şeyin koruyucuğuna güvenen (kimse); sırtı pek.

Arkası sıra : Arkasından, peşinden, ardından: peşi sera.

Arkası yere gelmemek : Başarısızlığa uğramamak, durumu sarsılma­mak; sırtı yere gelmemek.

Arkası yufka : -1. 'Güvendiği kimse pek güçlü değil." -2. Sevilen bir yemeğin ardından başka bir yemeğin'bulunmadığını belirtmek için söylenir. -3. Soğuğa karşı gereği gibi giyinmemiş olma durumu; sırtı yufka.

Arka üstü : bk. Sırt üstü.

Armudun sapı, üzümün çöpü var demek : Her şeyde bir kusur but-mak, hiçbir şeyi beğenmemek.

Armut piş ağzıma düş : "Çalışmadan her şey ayağıma gelsin." diyen kişinin bu durumu için alay ve sitem yollu söylenir.

Ar namus tertemiz : Utanma, namus gibi niteliklerini yitirmiş (kimse).

Arpa boyu kadar gitmek (bir işte) : Çok az önemsiz denecek ölçüde ilerlemiş olmak.

Arpacı (arpağcı) kumrusu gibi düşünmek : Çaresizlikler içinde, umutsuzca derin derin düşünmek. (Karş. Kara kara düşünmek.)

Arpalık yapmak (bir yeri) : 0 yeri sürekli çıkar kaynağı yaparak sö­mürmek.

Art düşünce (niyet) : Bir davranış ya da düşüncenin arkasına gizle­nen kötü düşünce (niyet).

Asabı bozulmak (gerilmek) : Sinirlenmek.

Asabına dokunmak (asabını bozmak) (biri, bir şey) : O kimse, şey sinirlenmesine yol açmak.

Asık surat: Küskün, üzgün, öfkeli insanın somurtkan yüzü.

Asıp kesmek : Keyfi ve zorbaca davranmak.

Askıda bırakmak (bir şeyi): Bir sorunu çözüme kavuşturmamak; te­reddütte bırakmak, sonuçlandırmamak.

Askıda kalmak: -1. Bir iş, birtakım engeller çıkıp bitirilememek. -2.

Resmi bir belge belli bir süre belli bir yerde ilan edilmek.

Askıya almak (bir şeyi) : -1. Bir yapıyı birtakım dayanaklarla yıkılmak­tan kurtarmak. -2. Bir işin, birtakım nedenlerle gerçekleşmesini bir sü­re ertelemek. (Karş. Buzdolabına koymak)

Askıya çıkarmak: Evlenecek kimselerin durumlarını bildiren belgeyi belli bir süre herkesin İncelemesine sunmak.

Aslanrpayı: Bir paylaşmada, en büyük pay.

Aslan sütü : "Rakı" için şaka yollu söylenir.

Aslan yürekli: Cesur, yiğit (kimse).

Aslı astarı (faslı) olmamak: Yatan olmak, asılsız olduğu anlaşılmak.

Aslı çıkmak : Doğru, gerçek olduğu anlaşılmak.

Aslına bakmak : Bir şeyin esasını, gerçeğini araştırmak.

Astarı yüzünden pahalı olmak (gelmek): Bir, işin ikinci derecede önemli kısmına harcanan para ash için ödenen parayı aşmak.

Astığı astık, kestiği kestik : Zalim, acımasız, zorba (kimse).

Aşağıdan almak : Sert çıkış yapmamak,.yumuşak davranmak. (Karş.

Alttan almak.)

Aşağı görmek (saymak) (birini, bir şeyi) : Onu beğenmemek, kü­çümsemek. (Karş. Hor görmek.)

Aşağı kalır yeri yok : "Nitelikleri bakımından başkalarından ya da ben­zerlerinden farkı yök." anlamında.

Aşağı kalmamak (birinden): Özellikleri ya da davranışları yönünden benzerlerinden geri kalmamak; aynı nitelikte, durumda olmak. (Karş. Geri. durmamak.)

Aşağı kurtarmaz: -1. "Daha ucuza satılamaz, çünkü zarar edilir." -2. "Değerce daha aşağısını kendisine layık görmez." anlamlarında.

Aşağılık duygusu (kompleksi) : Kendisini herkesten küçük görme duygusu.

Aşağı tabaka : Halkın "avam" denilen, nitelikleri beğenilmeyen, kültür-süz-eğitimsiz sayılan kesimi.

Aşağı tükürsem sakal, yukarı tükürsem bıyık : İki karşıt güç, durum ya da konuda karar verme zorluğu.

Aşağı yukarı: Yaklaşık olarak (Kar. Hemen hemen)

Aşığı cuk (bek, bey, çift) oturmak: Her işi yoluna girmek, herşey is­tediği gibi gerçekleşmez.

Aşık atmak (biriyle): Bir kimseyle çeşitli konularda yarışa girmek; on­dan aşağt kalmamak.

Açıklısı olmak (bir çeyln): O şeyin meraklısı, tutkunu, düşkünü ol­mak.

Aşırı gitmek (aşırıya kaçmak) : -1. Sının aşmak, ölçüyü kaçırmak. -2. Usandırmak, bıktırmak.

Aşırı uç : Bir görüşün en ateşli, en yıkıcı kanadı.

Aşırılığa kaçmak: Bir konuda aşırı davranmak, alışılagelenin dışına çıkmak.

Aşka gelmek : O şeyi yapmak için büyük istek duymak; coşmak.

Aşk etmek : Hızla (tokat) vurmak.

Aşna fişna : Gizli dost, flört, oynaş.

Aşna fişna etmek : Gizli dostluk kurmak, oynaşmak, flört etmek.

Aş yermek: Gebe kadın kimi yiyeceklere aşın istek duymak, kimi yiye­ceklerden tiksinmek; aşermek.

At başı (gitmek) : Beraber, bir hizada (gitmek).

Ateh getirmek :(esk) Bunamak.

Ateş açmak (birine, bir şeye) : Ona silahla ateş etmek

Ateş almak: -1. Tutuşmak, -2. (Silah İçin) Patlamak. -3. Birdenbire öf­kelenmek

Ateş almaya mı geldin? : "Niye acele ediyorsun; ne acelen var?" anla­mında.

Ateş bacayı (saçağı) sarmak: Bir iş çok tehlikeli, önüne geçilemeye­cek bir duruma gelmek. (Kars. İş işten geçmek.)'

Ateş basmak: Bir sıkıntı nedeniyle bunalmak, vücut ateşi artmak.

Ateşe atmak (kendini, birini): Çok tehlikeli bir işe girişmek ya.da biri­ni çok tehlikeli bir işe sokmak.

Ateş etmek (birine, bir şeye) : Ona silahla mermi atmak.

Ateşe tutmak (bir şeyi) (bir yeri, kimseyi) : -1. Onu biraz ısıtmak. -2. Ona ateşli silahla saldırmak.

Ateşe-vermek (bir yeri) : -1. Bir yeri kundaklamak, ateşle yakıp kül et­mek. -2. Çok telaşlandırmak.

Ateşi başına vurmak : Çok öfkelenmek, sinirlenmek.

Ateşi düşmek: (Hasta için) Vücut ısısı azalmak.

Ateş kesmek : Karşılıklı olarak ateş etmeyi bırakmak.

Ateşle oynamak: Tehlikeli bir işe girişmek.

Ateş olsa cirmi kadar yer yakar : "Onu o kadar önemseme, ondan gelebilecek tehlikeyi göze aldık." anlamında.

Ateş pahası (pahasına) : Çok pahalı, fiyatı çok yüksek.

Ateş parçası: -1. Çok canlı, hareketli (kimse). -2. Yaramaz çocuk, ele avuca sığmayan (çocuk).

Ateş püskürmek (saçmak) : Öfkelenip ileri geri konuşmak, ağır söz­ler söylemek.

Ateşten gömlek : Sıkıntılı, bunaltıa durum.

Ateş yağdırmak :Ateşli silahlarla sürekli atış yapmak.

At gözlüğü ile bakmak : Olayları dar açıdan görüp değerlendirmek.

Atı alan Üsküdar'ı geçti: "Fırsat elden kaçtı, artık yapılacak bir şey yok." anlamında.

Atıp tutmak: -1. Biri hakkında ileri geri konuşmak. -2. Büyük işler yap­tığını söylemek.

At oynatmak: -1. Üstünlük sağlamak. -2. Yarışmak. -3. Bildiği ve iste­diği gibi davramak.

At pazarında eşek osurtmuyoruz: "Beni dinle, boş şeyler söylemiyo­rum." anlamında.

Attan inip eşeğe binmek: Bulunduğu durumdan daha aşağı bir duru­ma düşmek.

Attığı taş ürküttüğü kurbağaya değmemek: Bir işin sonucu, kazana o iş için harcanan emeği, parayı karşılamamak.

Attığı tırnak bile olamamak: Söz konusu kimseye göre çok değersiz olmak; tırnağı (bile) olamamak.

Avara kasnak işlemek : Boş yere çalışmak.

Avucunun içi gibi bilmek (bir yeri): Bir yeri çok iyi bilmek.

Avucunun içine almak (birini): Onu kendi etkisi, söz geçerliği altona almak, dilediği gibi yönlendirmek.

Avucunu yalamak: Umduğunu bulamamak.

Avuç açmak: Dilenmek, muhtaç duruma düşmek; el açmak.

Avuç dolusu : Pekçok; çok miktarda.

Avuç içi kadar (yer): Çok küçük (yer).

Ayağa düşmek: Bir işe olur olmaz kimseler de karışır olmak.

Ayağa fırlamak: Bulunduğu yerden hızlıca kalkmak.

Ayağa kaldırmak (birini, herkesi): -1. Onlart telaşa, heyecana sürük­lemek. -2. Onlart kışkırtmak, isyan ettirmek.

Ayağa kalkmak: -1. (Hasta için) İyileşmek. -2. Saygı gereği oturma durumundan ayakta durumuna geçmek.

Ayağı alışmak (bir yere) : Bir yere gidip gelmeyi, bir yerden alışveriş yapmayı alışkanlık haline getirmek.

Ayağı (ayakları) (birbirine) dolaşmak: Telaş, utanma, heyecan vb. etkisiyle düzgün yürüyememek; ne yapacağını şaşırmak; yanlış bir davranışta bulunmak.

Ayağı çarıklı: Kurnaz, akıllı (kimse).

Ayağı ile gelmek: Kendi isteğiyle çelmek.

Ayağı kaymak : Kötü yola düşmek.

Ayağına bağ olmak : İşine engel olmak.

Ayağına çabuk: Hızlı yürüyen, çabuk gidip gelen.

Ayağına çağırmak : Yanına gelmesini söylemek.

Ayağına dolaşmak (dolanmak) : -1. İş yapan birinin çevresinde dola­şıp iş yapmasına engel olmak. -2. Yaptığı kötülüklerin karşılığını gör­mek

Ayağına geçirmek (bir şeyi): Pantolon, pijama vb'yi giymek.

Ayağına gelmek: -1. Yanına gelmek. -2. Emeksizce elde etmek.

Ayağına gitmek (birinin) : Saygı gösterip, alçak gönüllü davranıp yanı­na gitmek.

Ayağına (ayaklarına) kara su İnmek: Uzun süre ayakta kalıp yorul­mak.

Ayağına sıcak su mu (şerbet mi) dökelim? : 'Uzun süredir bize gel-miyordun; nasıl teşekkür edeceğimizi bilemiyoruz." anlamında sitem yollu söylenir.

Ayağını alamamak: -1. Alıştığı yere gitmekten kendini men edeme­mek. -2. Ayağını oynatamayacak duruma gelmek.

Ayağını çekmek (bîr yerden): Sık gittiği yere artık gitmez olmak.

Ayağını denk almak : Birtakım tehditlere, tehlikeli durumlara karşı dik­katli, uyanık davranmak.

Ayağını kaydırmak (ayağının altına karpuz kabuğu koymak) : Bir kimseyi birtakım bahanelerle, uydurma gerekçelerle işinden, görevin­den uzaklaştırmak.

Ayağını kesmek: -1. Devamlı gittiği yere artık gitmez olmak. -2. Bir kimsenin bir yere devamlı gidip gelmesinin önüne geçmek.

Ayağının (ayaklarının) altına almak (birini) : Onu feci şekilde döv­mek, hırpalamak.

Ayağının altında olmak (bir yer birinin) : Bulunduğu yerden geniş bir alanı görür durumda dmak.

Ayağının attına karpuz kabuğu koymak : bk. Ayağını kaydırmak.

Ayağının pabucu olamamak (biri başkasının) : Değerce ondan aşa­ğı olmak.

Ayağının tozuyla : Yoldan gelir gelmez, henüz dinlenmeden.

Ayağını sürümek : -1. Ardından başkalarının gelmesine yol açmak. -2. Ölmek üzere olmak. -3. Bir işi ağırdan almak. -4. Bir yerden uzaklaş­mayı geciktirmek.

Ayağını vurmak : Ayakkabı ayağını sıkmak, yara etmek.

Ayağını yorganına göre uzatmak : Giderini gelirine göre ayarlamak.

Ayağı (ayaklan) suyu ermek (değmek) : Gerçekler umduğu gibi çık­madığı için düş kırıklığına uğramak (Kars Aklı başına gelmek.)

Ayağı uğurlu : Geldiği yere uğur getirdiğine inanılan (kimse).

Ayağı (ayakları) yere değmemek : Sevinçten yerinde duramamak.

Ayak altında dolaşmak : Bir işe yaramadığı halde herkesin işine en­gel olacak biçimde ortalıkta dolaşmak.

Ayak bağı: İş yapmaya engel olan şey.

Ayak basmak (bir yere) : -1. Bir yere inmek, varmak. -2. Bir şeye baş­lamak, girmek.

Ayak diremek : Kendi görüş ve tutumunda ısrar etmek, onu ısrarla sa­vunmak.

Ayakkabı vurmak (sıkmak) : Ayakkabı ayağı rahatsız etmek.

Ayaklar attına almak (bir şeyi) : Önemli, kutsal, değerli şeyleri çiğne­mek, hiçe saymak.

Ayakları dolaşmak : bk. Ayağı dolaşmak.

Ayakları geri geri gitmek : Bir yere isteksizce gitmek, oraya gitmek is­tememek.

Ayakları yere basmak : Gerçekçi, sağduyulu olmak.

Ayaklı canavar : Yaramaz çocuk.

Ayaklı kütüphane : Genel kültürü zengin olan kimse.

Ayak takımı: Bilgisiz, görgüsüz kimseler için kullanılan aşağılama sö­zü.

Ayakta tutmak (bir şeyi) (birini) : -1. Ortadan kalkmasının, çökmesi­nin önüne geçmek, sürekliliğini sağlamak. -2. Sağlıklı olmasını, iş ya­pabilmesini sağlamak.

Ayakta uyumak : Olup bitenlerin farkına varamayacak kadar dalgın ve şaşkın durumda bulunmak

Ayak uydurmak (birina, bir şeye): -1. Yürüyüşte adımları başkaları­nın adımlarına uydurmak . -2. Bir başkasının davranışlarına uygun davranmak; bir değişikliğe uyum sağlamak.

Ayak üstü : Ayakta durarak, ayakta olarak.

Ayak yapmak : Birisini kandırmaya çalışmak.

Ayasofya'da dilenip Sultanahmet'te sadaka (zekât) vermek : Geçi­mini sağlayabilmek için başkalanndan yardım almasına rağmen ken­disi elindekini başkalarına vermek.

Ayaza çekmek : Hava çok soğuk olmak.

Ayaz paşa kol geziyor (kola çıktı): 'Hava çok soğuk." anlamında.

Aybaşı olmak: Âdet kanaması başlamak; âdet görmek.

Ayda yılda bir : Çok seyrek olarak, nadiren; arada bir.

Ayda yılda bir namaz, onu da şeytan kömaz : "Çok seyrek olarak iyi bir iş yapmaya kalkar, fakat bir bahane bularak ondan da cayar." an­lamında.

Ay dede : Çocuk dilinde ay.

Ayıbını yüzüne vurmak : Bir kimsenin hatasının yüzüne* karşı söyle­mek.

Ayıkla pirincin taşını: "İşler öyle karmakarışık oldu ki, gel de işin için­den çık!" anlamında.

Ayıptır söylemesi: -1. "Öğünmek gibi olmasın." -2. "Bunları söylemek ayıptır; ama beni bağışlayın söylemek zorundayım." anlamında.

Aykırı düşmek : Uygun gelmemek, çelişmek (Kars. Ters düşmek.)

Ayna tutmak (bir şeye) : Onu yansıtmak, göstermek.

Aynı ağzı kullanmak: Aynı şeyleri söylemek, («arş. Ağız birliği et­mek.)

Aynı kapıya çıkmak : Aynı sonuca varmak, sonuç olarak hiç değişme­mek; bir kapıya çıkmak.

Aynı telden çalmak : Hemen hemen aynı şeyleri söylemek.

Aynı yolun yolcusu : Yazgıları aynı olanlardan her biri.

Ay parçası: Çok gürel (kız).

Ayran gönüllü : Bir şeyden kısa sürede bıkan (kimse).

Ayranı kabarmak : -1. Öfkelenmek. -2. Aşırı cinsel istek uyanmak.

Ayranı yok içmeye, atla (tahtırevanla) gider sıçmaya : Yoksul oklu­ğu halde, zenginler gibi yaşamaya Özenen kimse için alay yollu söy­lenir.

Ayrı düşmek : -1. Birbirinden uzakta kalmak. -2. Bir konuda anlaşama-mak, uyuşamamak.

Ayrısı gayrisi olmamak: Dost olanlar birbirlerinden hiçbir şeylerini esirgememek, yakın dost olmak.

Ayrı tutmak : Farklı davranmak.

Ayvayı yemek : Çok kötü, tehlikeli bir duruma düşmek, zarara uğra­mak.

Ayyuka çıkmak : Ses çok yükselmek, fazlalaşmak.

Aza çoğa bakmamak: Bir şeyin niceliğine değil, eline geçtiğine önem vermek.

Azar işitmek : Söylediği bir söz ya da yaptığı bir davranıştan ötürü laf işitmek, azarlanmak, paylanmak.

Az buçuk (az çok} : Biraz, bir parça, şöyle böyle.

Az buz (bir şey) olmamak : Bir şey azı m sanacak kadar olmamak.

Az çok ; Bir parça; oldukça.

Az daha : bk. Az kalsın.

Az değil: "Göründüğü gibi değil." anlamında.

Az gelmek : Yetmemek, yeterli olmamak.

Azınlıkta kalmak : -1. Bir oylamada bir görüşe olumlu ya da olumsuz oy verenlerin sayısı az çıkmak. -2. Sayıca az oldukları için varlık gös­terememek; ekalliyette kalmak.

Azizlik etmek : -1. Muziplik etmek, şaka yapmak. -2. Beklenmedik, şa­şırtıcı bir durumla karşı karşıya bırakmak.

Az kalsın (kaldı) (az daha) : "Bir iş olmak üzereydi, hemen hemen olacaktı." anlamında.

Azrail'e bir can borcu kalmak (olmak) : -1. Bütün borçlarını ödemek. -2. Eninde sonunda Öleceğini kabul etmek.

Azrail'in elinden kurtulmak: Ölümden kurtulmak, ölüm tehlikesini at­latmak.

Azrail'le burun buruna gelmek : Ölümle karşı karşıya gelmek

Az ye de, (kendine) uşak tut: "Ben senin uşağın mıyım ki ikide bir bana iş buyuruyorsun?" anlamında hafif yollu azarlama sözü.

Diğer Harfler

A, B, Ç-C, D, E, F, G, H, I-İ, J, K, L, M, N, O-Ö, P, R, S-Ş, T, U-Ü, V, Y, Z

Kategoriler:
Etiketler:
Önceki
Önceki Konu:
Üç Nokta
Sonraki
Sonraki Konu:
Ad (İsim) Cümlesi

Yapılan Yorumlar

Henüz kimse yorum yapmamış.

Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.

Yorum Yapın

Güvenlik Kodu
Popüler Sayfalar:
Son Ziyaretler:
Coğrafya Sitesi Tarih Sitesi Matematik Sorusu