Kafa dengi: Anlayışları birbirine uyduğu İçin arkadaşlık yapanlardan her biri. (Kars. Ahbap çavuşlar.)
Kafa dinlemek : Zihni yoran işlerden uzak kalmak
Kafa göz yarmak : Beceriksizlik göstermek.
Kafa kafaya vermek: Bir konuda görüşmek üzere bir araya gelmek; baş başa vermek.
Kafa kalmamak : Zihni yorgunluktan çalışamaz duruma gelmek.
Kafa patlatmak : Bir iş gerçekleştirmek için büyük ölçüde 2ihinsel çaba harcamak.
Kafası almamak (bir şeyi) : -1. Onu anlayamayacak durumda olmak. -2. Onun olabileceğine inanmamak, -3. Onu anlayamamak, kavrayamamak; havsalası almamak.
Kafası atmak : Çok Öfkelenmek; beyni atmak, tepesi atmak.
Kafası bozulmak (bir şeye, birine) : Ona kızmak, Öfkelenmek, sinirlenmek.
Kafası bulanmak: Bir durum karşısında ne olup bittiğini kavrayamaz
duruma gelmek.
Kafası çalışmak : bk. Kafası işlemek.
Kafası dönmek : -1. Sersemlemek. -2. Öfkelenmek.
Kafası dumanlı: -1. Hafif sarhoş. -2. Çok yorgun kimse için kullanılır.
Kafası kazan gibi olmak, (kafası şişmek) : -1. Gürültüden tedirgin olmak. -2. Çok çalışmaktan ötürü zihni yorulmak; başı kazan gibi olmak, başı şişmek.
Kafası kızmak : öfkelenmek, sinirlenmek.
Kafasına dank etmek (demek) : Bir olay dolayısıyla gerçeği doğruyu anlamak.
Kafasına koymak (bir şeyi) : Onu yapmaya kesin karar verip uygun zamanı beklemek. (Kars. Aklına koymak.)
Kafasına vura vura : Zorla, itekleyerek.
Kafasına vurmak: İçki, hava, vb. ona ofumsuz etki yapmak; başına vurmak.
Kafasından çıkarmak (bir şeyi, bîrini) : Onu unutmak, ondan vazgeç-• m ek; aklından çıkarmak.
Kafasını ezmek: Zararlı olabilecek bir şeyi daha başlangıçta yok etmek; başını ezmek.
Kafasını gözünü yara yara konuşmak : Bir dili yanlışlar yaparak konuşmak.
Kafasını kaldırmak : Karşı gelmek; başını kaldırmak.
Kafasını kaldırmamak (bir şeyden): Hep o şeyle meşgul olmak; başını kaldırmamak.
Kapı dışarı etmek (birini): Onu kovmak, dışarı atmak.
Kapı duvar : Çalındığı halde açılmayan kapı.
Kapının önüne koymak (birini) : Onu kovmak (Kars. Yol vermek.)
Kapısı (herkese) açık olmak : Herkesin serbestçe konuk olarak gelebileceği ev olmak.
Kapısını aşındırmak: Bir kimsenin evine, yanına bir iş için çok sık gidip gelmek.
Kapıya dayanmak (bir şey) (biri): -1. Gelip çatmak, zamanı gelmek. -2. Bîr şey elde etmek için zorlamak, gözünü korkutmak.
Kapıyı göstermek (birine) : Onun gitmesini istemek, onu kovmak.
Kara baht: Kötü talih.
Karabatak gibi bir batıp (dalıp) bîr çtkmak.: Bir görünüp bir ortadan kaybolmak.
Kara borsa : Piyasada çok zor bulunan bir malın gizlice yüksek fiyatla alınıp satılması; bu işin yapıldığı piyasa.
Kara borsaya düşmek : Bir mal, bulunmaz olmak ve bu yüzden değeri çok yükselmek.
Kara cahil: Hiçbir şey bilmeyen, bilgisiz (kimse).
Kara cümlesi bozuk : Okuması yazması olmayan, derdini iyi anlatamayan (kimse).
Kara çatı: Ara bozucu.
Kara çalmak (sürmek) (birine) : Ona iftira etmek suç yüklemek. (Kars. Çamur atmak, iftira atmak, leke sürmek.)
Karada ölüm yok: "Artık herhangi bir tehlike İle karşılaşma olasılığı yok." anlamında.
Karadeniz'de gemilerin mi battı? (ne düşünüyorsun?) : "Öyle derin derin düşünecek ne var?" anlamında.
Kara gün dostu : Arkadaşlığını felaket günlerinde etkin bir biçimde gösteren kimse.
Kara haber : Üzücü haber.
Kara kara düşünmek: Kötümser bir hava içinde düşünceye dalmak. (Kars. Arpacı kumrusu gibi düşünmek.)
Karakolluk olmak (biriyle) : Kavga sonucu karakola gitmek zorunda kalmak.
Kara kuru : Esmer ve zayıf (kimse).
Kara kuvvet: Dinsel bağnazlığın oluşturduğu, gerici güç.
Karalar bağlamak (giymek): Çok üzülmek, büyük acısı olmak. (Kars. Yas tutmak.)
Kara liste : Zararlı faaliyetleri olduğu gerekçesiyle cezalandırılması düşünülen kişileri içeren liste.
Karaman'ın koyunu, sonra çıkar oyunu : "Şimdi her şey olağan görünüyor, ama sonra neler olacağı belfi değil." anlamında.
Karambole gelmek (bir şey) : Karışıklığa rastladığı için o şeyin üzerinde gereği gibi durulmamak.
Karambole getirmek (birini) (bir şeyi): -1. Karışıklıktan yararlanarak onu aldatmak. -2. Bir işi çabuk yaparak göz boyamak.
Karanlık görmek (bir şeyi) : Bir şeyin geleceği, sonu konusunda karamsar olmak.
Kara para : Yasadışı yollarla elde edilen kazanç.
Karasevdaya düşmek (tutulmak, uğramak) : Bir kimseyi şiddetli, fakat ümitsiz bir biçimde sevmek, ona büyük bir sevgiyle bağlanmak.
Kara yağız: Koyu esmer renkte teni olan (delikanlı).
Karaya oturmak: Gemi denizin sığ yerine saplanıp kalmak.
Karaya vurmak: Dalgaların etkisiyle kıyıya kadar gelmek, sürüklenmek.
Kara yer: Toprak, mezar.
Karda gezip izini belli etmemek: Bir işi hiç kimsenin sezip anlayamayacağı bir ustalıkla yapmak.
Kardeş kavgası: Bir ülkede yurttaşların karşıt düşünceleri benimsemesinden doğan silahlı kavga.
Kargacık burgacık : Eğri büğrü, okunması güç (yazı).
Karga tulumba etmek (bîrini) : Onu kollarından ve bacaklarından tutup kaldırmak.
Karılık etmek (bifine) (biri) : -1. Evli bir kadın kocasına karşı görevleri-•ni yapmak. -2. Erkek dönekçe davranmak, hile yapmak.
Karım (karısı) köylü : Karısının yakınlarıyla sıkı fıkı olup kendi yakınlarını unutan erkek.
Karın ağrısı : Sevilmeyen, tahammül edilemeyen kimse ya da şey
için söylenir.
Karınca duası gibi: Çok ufak, düzensiz ve okunaksız yazı için söylenir.
Karınca ezmez: İnce duygulu, merhametli (kimse).
Karınca kararınca (kaderince): Elinden geldiği, gücü yettiği kadar.
Karıncayı bile ezmemek : İnce duygulu, merhametli olmak.
Karışanı görüşeni olmamak: İşine karışan hiç kimse bulunmamak. (Kars. Başına buyruk.)
Karış karış (bilmek, dolaşmak) (bir yeri): O yerin her yanını, inceden inceye (bilmek, dolaşmak).
Karine ile anlamak (çıkarmak) (bir şeyi) : Onu sözün gelişinden anlamak.
Karman çorman : Karmakarışık, iyice karışık.
Karnı burnunda : Doğum yapacak durumdaki gebe (kadın).
Karnı geniş : Tasasız, hiçbir şeyi kendine dert edinmeyen (kimse).
Karnım tok : "Bu tür sözlerle beni kandıramazsınız." anlamında.
Karnından konuşmak (uydurmak) : Çok hafif sesle söylemek.
Karnı sürmek (gitmek) : Amel (ishal) olmak.
Karnı tok, sırtı pek : Hali vakti yerinde olan (kimse).
Karnı zil çalmak : Çok acıkmak.
Karşı çıkmak (bir şeye) (birine): -1. Ona itiraz etmek, cephe almak.
-2. Onu karşılamaya gitmek.
Karşı durmak (bîr şeye, birine): Ona direnmek, boyun eğmemek. , Karşı gelmek (birine): -1. Baş kaldırmak. -2. İtiraz etmek, dediğini
yapmamak.
Karşı karşıya gelmek: Karşılaşmak; yüz yüze gelmek. Karşı koymak (birine): Ona karşılık vermek, direnmek, önlemeye çalışmak.
Karşılık vermek (birine, bir şeye) : -1. Ona karşı gelmek, baş kaldırmak. -2. Ona yanıt vermek, cevap vermek.
Karşı olmak (bir şeye): Ona katılmamak; onun öyle yapılmasına uygun görmemek. Karşısına almak (birini): Onun düşünce ve tutumlarına katılmadığını
belli etmek.
Karşısına dikilmek: -1. Gelip bir kimsenin karşısında durmak. -2. Engel yaratacağını sözle ve davranışla belirtmek.
Karta kaçmak : Kartlaşmak, kartalmak, yaşlanmak.
Kasım kasım kasılmak : Çok büyuklenrnek, gururlanmak.
Kasıp kavurmak (bir şeyi, ortalığı) : -1. Bir doğal afet çavreye büyük zarar vermek. -2. Bir zorba, katı ve acımasız tutumuyla çevresindeki-lerde korku, dehşet uyandırmak.
Kaskatı kesilmek: Korku, şaşkınlık vb. yüzünden hiçbir şey söyleyemeyecek, hiçbir davranışta bulunamayacak duruma gelmek.
Kasvet vermek (bir şey birine) : O şey onun sıkılmasına, bunalmasına yol açmak. Kaş göz etmek: Bir kimseye bir şeyi anlatmak düşüncesiyle kaşla
gözle işaret vermek; göz etmek.
Kaşık düşmanı: Eş, karı için alay yollu söylenir. Kaşıkla yedirip sapıyla göz çıkarmak (kaşıkla verip sapıyla çıkarmak) : Yaptığı bir iyilikten çok zararı dokunmak. Kaşla göz arasında : Çarçabuk, hiç kimsenin sezemeyeceği bir çabuklukla.
Kaşlarını çatmak, (kaş çatmak), (kaş yıkmak) : Kaşlarını birbirine yaklaştırarak öfkeli olduğunu belli etmek. Kaş yapayım derken göz çıkarmak : Küçük bir iyilik yapayım derken
büyük bir zarar vermek.
Katır inadı: Aşın inat.
Katı yürekli: Acıklı durumlar karşısında üzüntü duymayan; acımasız
Kat kat: -1. Pekçpk. -2. Üst üste.
Katmerli yalan (söylemek) : Yalan üstüne yalan (söylemek).
Kavanoz dipli dünya : "Boş dünya, gelip geçici dünya" anlamında yerinme sözü.
Kavga çıkarmak : Söz ya da davranışlarıyla kavgaya yol açmak; hadise çıkarmak, olay çıkarmak.
Kavgasını vermek: Bir şeyi savunmak, ele geçirmek için uğraşmak, mücadele etmek.
Kavgaya tutuşmak (biriyle): Onunla kavga etmeye başlamak.
Kavuk sallamak: Bir kimsenin bütün söz ve davranışlarını uygun bulduğunu belli etmek; dalkavukluk etmek.
Kaygı çekmek : Tasalanmak, üzülmek.
Kayda değer : Önemli, sözüedilebilecek (şey).
Kayıplara karışmak: Kaybolmak, görünmez olmak.
Kayıt kuyut tanımamak : Kuralları, yasaklan hiçe saymak.
Kayıtsız kalmak (bir şeye, birine): Ona önem vermemek, onu umursamak, onunla ilgilenme gereği duymamak; lakayıt kalmak.
Kayıttan düşmek (bir şeyi): Bir şeyin adını, numarasını defterde silmek.
Kayıtsız şartsız: Hiçbir bağ ve koşul olmaksjzın.
Kaymağını yemek (almak): Bir işin en büyü payını, kârını almak
Kaymak tabakası (takımı) : Bir toplumun seçkin ve zengin kimselerinin tümü..
Kaymak gibi: -1. Bembeyaz, pürüzsüz. -2. Yumuşak, tatfı şeyler için kullanılır.
(bir yer) Kazan, (bîri) kepçe : "O yeri bucak bucak aradı." anlamında.
Kazan kaldırmak : Yönetime, yöneticinin tutumuna topluca baş kaldırmak, isyan etmek.
Kazdığı çukura (kuyuya) kendisi düşmek : Başkası için yapmayı düşündüğü kötülüğe kendisi uğramak.
Kazık atmak (birine) : Onu aldatmak, kandırmak; madik atmak.
Kazık kadar : -1. Kocaman (kimse). -2. Uzun (boy).
Kazık kesilmek : Kaskatı olmak
Kazık marka : Çok pahalı dan şey için kullanılır.
Kazık yemek : Aldatılmak, kandırılmak, kazıklanmak.
Kazın ayağı öyle değil: "Bu hiç de senin bildiğin, düşündüğün gibi değil." anlamında.
Kaz kafalı: Anlayışı kıt olan (kimse).
Keçi inadı: Yumuşatılması zor olan inat; gâvur inadı.
Keçileri kaçırmak : -1. Aklını yitirmiş gibi olmak. -2,. Delirmek.
Keçilik etmek (keçiliği tutmak) : İnatçılık etmek.
Kedi ciğere bakar gibi bakmak (bir şeye) : Canının çektiği bir şeye iştahla bakmak.
Kedi gibi dört ayak üstüne düşmek : Eh tehlikeli durumlardan hiçbir zarar görmeden kurtulmak.
Kedi köpek gibi: Birbirleriyle sürekli kavga eden, geçimsiz kimseler için söylenir.
Kefaretini ödemek : Bir şeyin cezasını çekmek.
Kefeni yırtmak : Ağır bir hastalıktan yâ da tehlikeli bir durumdan kurtulmak.
Kel başa şimşir tarak : Parasal gücü elverişli olmayan bir kimsenin pahalt şeyler satın alması durumunda kullanılır.
Kelle koltukta : Ölümü göze alarak, büyük bir cesaretle.
Kelle kulak yerinde : Vücutça gösterişli (kimse).
Kellesini istemek : Birinin öldürülmesini istemek.
Kellesini ortaya koymak : Çok iyi bildiği bir konuda yanılırsa ya da yenilirse kellesini vermeye razı olmak.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.