Türkler, 10.yüzyılda İslamiyet'i benimseyince dil, kültür, uygarlık değerleri ve bilim alanında Arap ve Fars ( İran ) etkisi de başlamıştır. İslamiyet Türkler, İranlılar ve Araplar arasında ortak düşünce ve zevkin doğmasına yol açmıştır.
Bilim dili olarak Arapça, sanat ' edebiyat dili olarak da Farsça seçildi. Bu, Türkçenin gelişimini ö-nemli öiçüde etkilemiştir. Bu süreçte adına "Osmanlıca" denen Arapça, Farsça, Türkçe karışımı yapay bir dil doğmuştur. Şairlerin, şiirlerini "Divan" adlı kitapta toplamalarından dolayı bu edebiyata "Divan Edebiyatı" denmiştir. Bu edebiyatı , "Klasik Türk Edebiyatı" ya da "yüksek zümre edebiyatı " gibi adlarla da anılmaktadır.
Divan edebiyatının dayandığı temel kültür kaynağı İslamiyettir. iran mitolojisi, İslam inançları ve İslami büimler.tasavvuf felsefesi, peygamberi erle ilgili öykü ve mucizeler, Türk tarihi ve kültürü, Divan edebiyatının kül... (Devam)
Türk toplumu olarak tarihin ta eski çağlarından beri -nedense- kendimiz olamamışız, kendimizi, kültürümüzü beğenmemişiz, onu hep hor görmüşüz.
Özellikle İslamiyet ile tanıştıktan sonra kendi kültürümüzü yetersiz, aşağı gördüğümüzden olacak Arap ve Fars kültürüne yönelmişiz.
Dinin de etkisiyle güzel ' çirkin, iyi ' kötü demeden ne varsa almışız. Cümlelerin arasına biraz Arapça, Farsça kelime sıkıştıranlara alim olarak bakmışız. Bu özentici bir grup aydının İstanbul çevresinde oluşturduğu Arap ve Fars edebiyatndan bozma edebiyat Divan edebiyatı, bu suni dile de Osmanlıca (Osmanlı Türkçesi) demişiz.
Bu durum ta ki Tanzimat edebiyatına dek sürmüş. Tanzimat döneminde de bu defa yönümüzü doğudan batıya dönmüşüz.Ama yine kendimiz olamamışız.
Milli edebiyat döneminde neyse ki Ömer Seyfettin, Ziya Gökalp gibi gerçek aydınlarımız çıkmış da yüzümüze ayna tutmuş. Bize biz olduğumuz... (Devam)
Divan edebiyatında düzyazıya "inşa", düzyazı ile uğraşana "münşi" , düzyazıyla oluşturulan eserlere de "münşeat" denir. Cümleler uzun dil ağırdır. Noktalama işaretleri kullanılmamıştır. Düşünce ağırlığı yoktur. Sanat yapma çabası, süslü anlatım düşünceden çok önemsenmiştir. " Seci " denen düzyazı uyağı kullanılmıştır.
Divan edebiyatında düzyazı üç bölümde incelenir:
a) Sade Nesir:
Halk için yazılmış eserler bu bölümdedir. Kolay anlaşılır olma temel alınmıştır. Din ve tasavvuf tarih, ahlak konulu kitaplar sade nesir özelliği taşır. Bu kitaplarda yabancı sözcük sayısı oldukça azdır. Evliya Çelebi'nın Seyahatnamesi, Mercimek Ahmet'in "Kabusname'si, Kul Mesut'un Beydeba'dan "Kelile ve Dimne" çevirisi ve Katip Çelebi'nin kimi eserleri sade nesirle yazılmıştır.
b) Süslü Nesir:
Süslü nesir halka yönelik değildir. Bu nesrin dili ağırdır. Söz sanatları ve seci fazlasıyla ku... (Devam)
Türkler, VIII. yüzyılda Orta Asya'dan batıya doğru göç edince yeni bir din olan İslamiyetle tanışırlar. Kısa sürede kitleler hâlinde müslümanlaşan Türkler, doğal olarak bu dinin etrafında gelişen kültür ve medeniyeti de benimserler. Ancak Türklerden önce bu dini kabul etmiş olan Araplar ve İranlılar, İslam medeniyeti etrafında bir de edebiyat ortaya koymuşlardır. İşte İslamiyeti kabul eden Türkler, kendilerinden önce geliştirilen bu edebiyattan büyük oranda etkilenirler ve çok geçmeden yeni edebi ürünler vermeye başlarlar.
Bu yeni süreçte Türkçe temelde iki ayrı koldan ilerler ve iki ayrı edebiyat dili oluşturur. Bunlar: l.Orta Asya Türk lehçesi olan Doğu Türkçesi(sırasıyla Karahanhca, Harezmce ve Çağatay Türkçesi) etrafında gelişen edebiyatla, 2.Anadolu Türk lehçesi olan Batı Türkçesi (Oğuz Türkçesi: Osmanlıca) etrafında gelişen edebiyat.
Eldeki kaynaklardan anlaşıldığı kadarıyla bu dönemd... (Devam)
Koca Ali, kılıç yapımıyla uğraşan ve askerlik yapan biridir. Kendi dükkânında sürekli kılıç yapmakta, hiç kimseyle konuşmamaktadır. Koca Ali'nin ailesi oldukça zengin bir ailedir. Babası haksız yere idam edilmiştir. Onu, amcası okutmuştur. Koca Ali, bu zor hayatta kimseye minnet etmeyen biri olduğu için Anadolu'ya gelir. Kendi emeği ile demircilik yaparak geçinmeye çalışır. Koca Ali işinin dışında sadece mescide gitmekte, mescitte mesnevi dinlemektedir. Mesnevinin dilini anlamadığı hâlde, ahenginden dahi çok duygulanmaktadır. Yine böyle mescidden evine döneceği bir gün sokakta biraz dolaşır. Daha sonra evine gelir ve uyur. Uykusunun arasında kapısı hızlıca çalmaya başlar. Dizdarlar gelmiştir. Evini ararlar. Gece altın keseleri çalınmış, keseler de Koca Ali'nin evinin yanında bulunmuştur.
Evinde bir de kan görünce bütün şüpheler onun üzerinde toplanır. Koca Ali, ne yapsa suçsuz olduğunu anlatamaz. ... (Devam)
1917 yılında Galatasaray'dan hocası olan Fikret'in bir şiiri hakkında yazdığı yazının Servet-i Fünun'da yayımlanmasından cesaret alan Ruşen Eşref yazı hayatına atılır. Ardından Aşiyan'da karşılaştığı Rıza Tevfik'ten de bir randevu koparır ve Filozofla evinde yaptığı görüşme sonunda "Rıza Tevfik Bey'le Bir Gün" başlıklı bir yazı kaleme alır. Yine Servet-i Fünun'da çıkan bu yazıyı Donanma mecmuasında "Cenab Şahabeddin Bey'i Bir Gün Ziyaret" takip eder. Bizde benzerine daha önce rastlanmayan bu edebî mülakatların çok beğenilmesi üzerine, Abdülhak Hamid, Halide Edip ve Fazıl Ahmed'le yaptığı mülakatları da Türk Yurdu'nda yayımlanır, daha sonra Vakit gazetesine geçer.
Mülakatlar, 1918 yılının başlarında Vakit'te peş peşe çıkmaya başlayınca, özellikle edebiyat çevrelerinde, bütün hızıyla devam etmekte olan dünya harbi haberlerine duyulan merakı bile bastırmış, bir yığın dedikoduya ve ... (Devam)
İlk baskısı 1930'da yapılan Dokuzuncu Hariciye Koğuşu, tıpkı Fatih Harbiye gibi Peyami Safa'nın edebiyatımızda en çok okunan eserlerden biridir. Roman, ruh tahlilleri açısından da çok önemlidir. Aynı zamanda otobiyografik bir romandır. Bütün olayların başkahramanı olan hasta çocukla yazarın hayatı ve kişiliği pek çok yerde birleşmektedir.
Dokuzuncu Hariciye KoğuşuKahramanları (Kişileri):
Hasta Çocuk: 15 yaşlarındadır. Bacağındaki hastalık nedeniyle psikolojisi iyice bozulmuştur. Bacağının kesilme korkusu; aşırı hassas, duyarlı, karamsar ve çekingen bir psikolojiye sebep olmuştur. Aynı zamanda çok okuyan bir kişidir.
Nüzhet: Zengin bir ailenin kızıdır. 19 yaşlarındadır. Uçarı, sorumsuz, eğlenceye düşkün bir tabiatı vardır. Hasta Çocuk, Nüzhet'e platonik aşk duymaktadır.
Doktor Ragıp: Hasta çocuğun tam zıddı olarak yakışıklı, sağlıklı, kendine g... (Devam)
İsmin durum eklerinden kalma (-de), çıkma (-den), yönelme (-e) durum eklerini alarak yüklemin, bulunduğu, ayrıldığı ve yöneldiği yeri bildiren öğelere dolaylı tümleç denir. ÖRNEKLER: 1. Evde kalıyorum. Kalma eylemi nerede yapılıyor? Evde. 2. Eve gidiyorum Gitme eylemi nereye doğru yapılıyor? Eve. 3. Evden geliyorum Gelme eylemi nereden çıkılarak yapılıyor? Evden. (Devam)
KONUSU: Yazar, yurt ve millet sevgisi ile doludur. Bu nedenle, en ücra vatan köşesine dahi giderek, içinden çıkarmış olduğu kahramanlar da dahil olmak üzere halkını tanımak istemektedir. Bu nedenle Domaniç'e gider.
Bir Yurt Gezisi:
"İstiklâl Harbi sırasında, İnegöl toprakları büyük bir facia yaşamış. Domaniç dağlarından inen bir köylü kadını, düşmana yol göstererek vatanına ihanet eden oğlunu, silahıyla vurup öldürmüş."
Bu gerçek hikâyeyi duyduğumdan beri hiç aklımdan çıkmamıştı. Ne yapıp edecek, bu olayın geçtiği yöreleri gezecektim. İstanbul'dan Bursa'ya, oradan da İnegöl'e geldim. Bir otelde konakladım. Böyle mühim ve efsanevi bir olayı bilen birileri mutlaka çıkacak, ben de onunla konuşacak, ayrıntılı olarak yazacaktım.
Kaymakam, reji (tekel) müdürü, otelci Ferhat Ağa daha birçok insanla görüştüm. Fakat hiç kimse bir şey bilmiyordu. G... (Devam)
Batı toplumunda çürümek üzere olan şövalyeliği, alaylı bir dille eleştiren bir romandır. Hayal ile gerçeğin genellikle iç içe anlatıldığı romanda komik pek çok öğre bulunur. Hikayeden romana geçişin ilk adımı kabul edilmektedir.
Don Kişot Özeti
I. Bölümdeki Olaylar:
Don Kişot, italya'da Mancha eyaletinde, küçük bir köyde yaşamaktadır. Sürekli olarak şövalye hikâyeleri okuyan Don Kişot, zamanla dünyayı şövalye hikâyelerinde olduğu gibi görmeye başlar. Eski çağlardaki şövalyeliğin canlandırılması gerektiğine inanır. Bir gün, aklını iyice yitirir, kendisini son seyyar şövalye zanneder. Evindeki eski, paslı zırhları, kılıçları kuşanır. Ezilen halkı kurtarmak için çok mükemmel zannettiği sıska atına binerek yollara düşer. Kendisine bir de aristokrat bir sevgili bulmalıdır. Yolda rastladığı çirkin bir köylü kızını çok güzel ve soylu olarak görür ve kendisine sevgili olarak seçer... (Devam)
Halkla aydınlar arasında bir köprü kurmuş olan Aşık Veysel'in şiirleri konu bakımından epeyce zengin bir çeşitlilik göstermektedir. Yunus Emre'nin etkisi altında kalarak söylediği şiirlerinde halk edebiyatı kültürünün mayasına karışan yönleriyle tasavvuf edebiyatından izler bulunur. Aşk şiirlerindeki deyişleriyle de Karacaoğlan'ı hatırlatır. Şiirlerinde yer yer yöresinin özellikleri de görülür.
1821-1881 yıllan arasında yaşamıştır. Dostoyevski, orta halli bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. On yedi yaşına gelince, ailenin imkânları doğrultusunda askerî bir akademiye gönderilmiştir. Yirmi üç yaşında iken kendisini yazarlığa vermek için ordudan ayrılır. Psikoloji ile yakından ilgilenen yazar, Fourier'in sosyalizmini benimseyen bir gruba dâhil olmuş, 1848 İhtilali sırasında yakalanarak idama mahkûm edilmiştir. Tam idam edileceği sırada idamından vazgeçilir ve sürgüne gönderilir.
Sürgün yıllarında Dostoyevski'nin hayat anlayışı büsbütün değişir. Sara hastalığına yakalanır. 1855'te sürgün sonrasında yeniden orduya katılır ve rütbesi geri verilir. En önemli eseri Suç ve Ceza'dır 1871'de Ortodoks Hristiyanlığa dönüş yapar. Rusya'nın en önemli yazarıdır.
Başlıca eserleri şunlardır: Kumarbaz, Karamazov Kardeşler, Budala, Ecinniler, Yer Altından Notlar. (Devam)
Dramatik Şiir: Tiyatroda sahnelenmek için yazılmış şiirlere verilen addır. Genellikle acıklı ya da korkunç bir konuyu anlatır.
Bu şiir türüne Batı edebiyatında Corneille, Shakespeare, Racine; bizim edebiyatımızda ise Namık Kemal, Faruk Nafiz Çamlıbel, Abdülhak Hamit Tarhan dramatik şiirin en güzel örneklerini ortaya koymuşlardır.
Bu eser İvo Andriç'in en ünlü romanıdır. Birçok kez basılan bu eser 1961 senesinde Nobel Edebiyat Ödülü almıştır. Eserin ana kahramanı Drina köprüsüdür. Köprünün kaderiyle aynı kaderi paylaşan insanların hayatı, gelenek ve görenekleri, inançları ele alınmıştır. Romanda köprü aracılığıyla Osmanlı Devletinin çöküş süreci ve Birinci Dünya Savaşı da anlatılmıştır.
Drina köprüsü Özeti:
Drina, sarp dağlar arasında akan bir ırmaktır. Drina'nın sağ tarafında Vişegrad kasabası bulunmaktadır. Sol kıyısında ise bir başka mahalle vardır. Kasaba ve mahalleyi birbirine bağlayan çok güzel bir köprü vardır: Drina köprüsü. Köprü, Bosna'yı Sırbistan'a, Osmanlı İmparatorluğuna, hatta İstanbul'a bağlayan biricik bağdır. Köprünün sol tarafında yaşayan Hristiyanlarla sağ tarafında yaşayan Müslümanlar iç içe yaşamaktadır.
Köprü yapılmadan önceki devirlerde, köp... (Devam)
Eser, Faik Baysal'ın belgesel niteliğinde bir savaş romanıdır. Romanın en önemli özelliği, ilk kez bir Türk yazarının yurt dışında geçen yaşanmış olayları, evrensel bir düzeyde anlatmasıdır. 1972'de yayınlanan Drinada Son Gün, Yugoslavya'da geçmekte ve eski bir Türk ailesinin iç savaş sırasında Türkiye'ye göçmesini anlatmaktadır. II. Dünya Savaşında zulüm çeken Türklerin hayatını çarpıcı bir şekilde gözler önüne sermektedir.
Drinada Son Gün Kahramanları (Kişileri):
Rıza Selmanoviç: Drina'da yaşayan köklü bir Türk ailesine mensuptur. Çocukları ve ailesi ile mutlu bir hayat yaşayan Selmanoviç, çevresi tarafından itibar gören, saygılı, olgun ve vatansever bir kişidir.
Mehdi Azamoviç: Hukuk mezunu olduğu hâlde toprağı çok sevdiği için Selmanoviç ailesinin çiftliğinde çalışan biridir. Olgun, milletini çok seven, vefalı ve cesur bir insandır.
Bu hikaye Sait Faik Abasıyanık'ın en meşhur hikayelerinden biridir. İnsanın yüzünde hüzünlü bir ifade bırakan bir öyküdür.
Dülger Balığının Ölümü:
Hepsinin gözleri güzeldir. Hepsinin canlıyken pullan kadın elbiselerine, kadın kulaklarına, kadın göğüslerine takılmaya değer. Nedir o elmaslar, yakutlar, akikler, zümrütler, şunlar bunlar?
Mümkün olsaydı da balolara canlı balık sırtlarının yanar döner renkleriyle gidebilselerdi bayanlar; balıkçılar milyon, balıklar şan ve şeref kazanırdı. Ne yazık ki soluverir ölür ölmez, öyle ki büzülmüş böceklere döner balık sırtının pırıltıları. Benim, size ölümünü hikâye edeceğim balığın öyle parıltılı, yanar döner pulları yoktur. Pulu da yoktur ya zavallının. Hafifçe, belirsiz bir yeşil renkle esmerdir. Balıkların en çirkinidir. Kocaman, dişsiz, ak ve şeffaf naylondan bir ağzı vardır: Sudan çıkar çıkmaz bir karış açılır. Aç... (Devam)
1. Tanımlama Temel özelliklerini sıralayarak bir kavramın ne olduğunu belirtmektir. Yani "Bu nedir?" sorusunun cevabıdır. 2. Örnekleme Bir kavramı ya da düşünceyi benzerlik ilgilerinden yararlanarak başka şeylerle düşündürmeyi sağlamaktır. 3. Tanık Gösterme Düşüncelerimizi açıklarken, atasözlerinden, özdeyişlerden ya da birinin görüşlerinden faydalanmaktır. 4. Karşılaştırma Kavramların birbirine benzeyen ya da benzemeyen yönlerini sıralamaktır. Karşılaştırma, benzerliklerden ya da karşıtlıklardan yararlanarak, başka bir durumla ilgi kurularak yapılabilir. 5. Sayısal Verilerden Faydalanma İstatistiki çalışmaları veri olarak kullanmaktır. (Devam)
Düşünceyi geliştirme yolları diye adlandırılan bu yöntemler daha çok açıklayıcı ve tartışmacı anlatım biçimlerinde kullanılır.
Tanımlama: Bir kavramın ne olduğunu belirler. Tanımlar hem nesnel hem öznel bir yaklaşımla yapılabilir. Nesnel tanımlamalarda kavramların sözlük anlamlarından yararlanılabilir. Öznel tanımlarda ise anlatıcının yorumu bulunur. Tanımlar ..... Nedir? Sorusuna yanıt verir.
''İçtenlik, bir kimsenin kendi benliğini, gerçek düşüncelerini, gerçek duygularını anlaması demektir.''
Örnekleme: Paragrafta ele alınan düşünceyi açıklamak, kanıtlamak,düşünceye inandırıcılık kazandırmak için bir şeyi başka bir şeyle temsil etme yoludur. Somutlama yapılır. Örnekleme paragrafı. Genellikle verilen örnekten sonra biter. Bu durum örnekten önceki cümle, paragrafın ana düşünce cümlesidir. Örnekten sonra paragraf devam ediyorsa, örnekten sonraki cümle ana düşünce cümlesidir.