Türkler, VIII. yüzyılda Orta Asya'dan batıya doğru göç edince yeni bir din olan İslamiyetle tanışırlar. Kısa sürede kitleler hâlinde müslümanlaşan Türkler, doğal olarak bu dinin etrafında gelişen kültür ve medeniyeti de benimserler. Ancak Türklerden önce bu dini kabul etmiş olan Araplar ve İranlılar, İslam medeniyeti etrafında bir de edebiyat ortaya koymuşlardır. İşte İslamiyeti kabul eden Türkler, kendilerinden önce geliştirilen bu edebiyattan büyük oranda etkilenirler ve çok geçmeden yeni edebi ürünler vermeye başlarlar.
Bu yeni süreçte Türkçe temelde iki ayrı koldan ilerler ve iki ayrı edebiyat dili oluşturur. Bunlar: l.Orta Asya Türk lehçesi olan Doğu Türkçesi(sırasıyla Karahanhca, Harezmce ve Çağatay Türkçesi) etrafında gelişen edebiyatla, 2.Anadolu Türk lehçesi olan Batı Türkçesi (Oğuz Türkçesi: Osmanlıca) etrafında gelişen edebiyat.
Eldeki kaynaklardan anlaşıldığı kadarıyla bu dönemde Türkçe, ilk eserlerini XI.-XII. yüzyılda Orta Asya'da Doğu Türkçesi ile verir: Kutadgu Bilig, Divanu Lügati't-Türk, Ata-betü'l-Hakâyık ve Divan-ı Hikmet gibi eserlerle. Diğer taraftan Batı Türkçesinin hâkim olduğu Anadolu'da ise ilk eserler XIII. yüzyılda görülmeye başlanır. Batı Türkçesi XIX. yüzyılın sonuna kadar büyük bir değişiklik göstermeden edebiyat dili olarak hayatiyetini sürdürür. Fakat yeni oluşan bu edebiyat diline sürekli olarak Farsça ve Arapça kelimeler girer ve âdeta hir imnaratorhıU dili olan Osmanlı Türkçesi ortaua çıkar.
Kısaca ortaya çıkışına ve gelişimine değindiğimiz Osmanlı Türkçesi ve edebiyatının XIII.-XIV. yüzyıldaki ilk eserleri şöyledir: Hoca Dehhanî'nin şiirleri, Sultan Veled'in Divan'ı ve mesnevileri, Yunus Emre'nin Divan'ı, Şeyyad Hamza'nın Yusuf ve Züleyha'sı, Âşık Paşa'nın Garibnamesi, Ahmedî'nin Divan'ı, Nesimî'nin Divan'ı, Kadı Buhaneddin'in Divan'ı, vb.
Daha sonra bu edebiyat, XV. yüzyılda Şeyhî, Ahmed Paşa ve Necâtî gibi şairlerle; XVI. yüzyılda Fuzûlî, Hayalî, Bakî ve Rûhî-i Bağdadî gibi şairlerle; XVII. yüzyılda Nef î, Şeyhülislam Yıhyı, NAilî, Ivhîm-i Kadîm, Nâbî, Sabit gibi şairlerle; XVIII. yıı/.yıklıi Nedim ve Şeyh Gâlib gibi şairlerle; XIX. yüzyılda is Yenişehirli Avnî, Arif Hikmet Beyefendi ve Leskofçalı Gâlib gibi şairlerle temsil edilir ve en güzel örneklerini verir.
XIX. yüzyıldan sonra Türkler Batı medeniyeti ile yakından tanışır ve onun tesirine girerler. Bu yeni dönemde Osmanlı şiir ve edebiyatı hakkında tartışmalar başlar. Başta adı olmak üzere eski edebiyat birçok açıdan yeniden değerlendirilir. Mesela bu edebiyatın adı için ortaya atılan isimlerden birkaçını verelim: "Şür-i Kudemâ", "Asâr-ı Eslâf", "Osmanlı Edebiyat", "Havas Edebiyatı", "Ümmet Edebiyatı", "Klasik Edebiyat" ve "Eski Türk Edebiyatı", "Divan Edebiyatı", vb.
Ortaya atılan ve günümüze kadar gelen tartışmalardan sonra "Divan Edebiyatı" isminin daha çok kullanıldığını görüyoruz. Şimdi bu edebiyatın, yani Divan Edebiyatının en belirgin özelliklerine geçebiliriz:
1. Bu şiirin ölçüsü aruzdur. Aruz ölçüsü hecelerin uzunluğu ve kısalığı esas alınarak hesap edilen bir ölçüdür. Bu ölçü, İslamiyet öncesi kullanılan hece ölçüsünden farklıdır; çünkü hece ölçüsünde önemli olan hece sayışıyken, aruzda uzunluk, kısalık önem kazanmaktadır.
2. Divan şiirinin kendine has nazım şekilleri vardır. Ancak bu şiirde önemli olan beyittir; çünkü her şey beyitte baş lar beyitte biter. Bu yüzden şairin işi iyi beyitler yazmaktır. Beyitler iki mısra(dize)'dan oluşur. Divan şiirinde kullanılan belli başlı nazım şekilleri şunlardır:
a. Gazel: Genellikle 5 ile 9 arası beyitten oluşur. İlk beyit kendi arasında kafiyeli, devam eden beyitlerin ise İkinci mısraları ilk beytin kafiyesi ile aynı olur. Konusu genellikle aşk ve aşkın etrafında gelişir.
b. Kaside: Kafiye olarak gazele benzeyen bu nazım şeklinde beyit sayısı bazen 100'ü bile geçer. Konusu çok çeşitli olabilir: Allah'a yakarış, Hz. Muhammed'e naat, padişah ve devlet büyüklerine övgü, bahar, kış, bayram, padişahın tahta çıkması, savaş kazanma, yeni bir yapının inşası, vb. konularda yazılabilir.
c. Mesnevi: Divan şiirinin en uzun soluklu şiiridir. Beyitler kendi arasında kafiyeli olur, daha çok kısa ölçülerle yazılır. Kahramanlıklar, aşk hikâyeleri, dinî konular, vb. değişik konular bu nazım şekliyle anlatılır.
d. Kıtalar: İlk beyti kafiyesiz olan, ancak her beytin ikinci mısrası birbiriyle kafiyeli olan bu şiir, 2 beyitten başlar, kaside gibi 100 beyte kadar yazılabilir. Birçok konuda kıta yazılabilir: Tarih, felsefe, hiciv, vb.
Ayrıca musammatlar, yani dörtlüklerden, beşliklerden, o-luşan şiirler, tek dörtlükten oluşan rubailer ya da tuyuglar, başkalarının yazdıkları şiirlere yapılan eklemelerden oluşan nazire şiirler, vb. birçok nazım şekli vardır.
3. Divan şiirinin en temel konusu hiç şüphesiz "Aşık-Sevgili-Rakip" üçlüsü etrafında kurgulanır. Şairlerin her biri birer âşıktır ve sevgilileri kendilerine eziyet ederler. Ancak bu âşıklar eziyetten çekinmez hatta zevk alırlar. Beyitler genellikle sevgilinin yüzündeki güzellik unsurları etrafında kurgulanır. Mesela sevgilinin yüzü güneş, ay, mum, bahçe, vb. benzetilir-ken; saçı yılana, sümbüle, miske, vb. benzetilir. Boyu serviye,
kaşları kemana, kirpikleri oka, gözleri nergise, ceylan gözüne; dudakları goncaya, vb. benzetilir. Bu şiirin ikinci kahramanı olan âşıkların belleri iki büklüm, yüzleri sararmış, zayıflıktan kıl gibi olmuşlardır. Üçüncü kahraman rakip ise sevenle sevileni birbirinden ayıran kötü adamdır.
Bu üç kahraman etrafında kurgulanan Divan şiiri, tasavvufun da tesiriyle kendine has sembolik bir dil oluşturmuş, çoğu zaman kelimelerin tasavvufi manaları da dikkate alınmış ve bu vesileyle beyitler gülün yaprakları gibi farklı yorumlamalara uygun hâle gelmiştir. Mesela yanak Allah'ın birliğini temsil ederken; saç insanı Allah'tan alıkoyan şeyleri temsil edebilmiştir.
Yukarıda da bahsettiğimiz gibi bu edebiyat XIX. yüzyıla kadar yaşamış, bu yüzyıldan itibaren Batı Edebiyatı tesirinde yeni bir edebiyat başlamış ve Divan şiiri yavaş yavaş kaybolmuştur.
Şimdi Divan şiirinden bazı örnekler vererek bu şiiri daha yakından tanımaya çalışacağız. Öncelikle gazel örneği üzerinde duracağız. Çünkü gazel Divan şiirinin en çok tercih edilen nazım şeklidir. Aşağıdaki gazel XV. yüzyılın en önemli şairlerinden birisi olan Necati'ye aittir. Necâtî hem döneminin, hem de tüm Türk edebiyatının en önemli şairleri arasındadır. O, şiirlerinde Divan edebiyatının ve Türkçenin inceliklerini, güzelliklerini büyük bir ustalıkla sergilemiştir. Diğer bir ifadeyle onun şürlerindeki güzellik Türkçenin güzelliğidir denilebilir. Hem bu gazelinde hem diğer şiirlerinde sık sık deyimleri, atasözlerini, ikilemeleri, vb. kullanmıştır:
Görüldüğü gibi bu gazelde sevgili ve sevgilideki güzellik unsurları ağırlıklı olarak işlenmiştir. Öncelikle şunu belirtelim ki şair bir İkileme olan "döne döne"yi redif olarak kullanmış ve gazelin sonuna kadar "dönen" şeyler etrafında hayal ve mazmunlar kurgulamıştır. Mesela birinci beyitte şair yani âşık sevgilinin saçını bir darağacma benzetir ve kendisinin bu darağacında dönerek sallandığını ifade eder. Ayrıca "ayağı yer mi basar" deyimiyle de bu iş için ne kadar istekli olduğunu anlatır.
İkinci beyitte ise sevgilinin saçı "şâm" kelimesi tevriyeli kullanılarak hem geceye, hem de Şam eyaletine benzetilir. Diğer taraftan âşığın gönlü, "Mısır" kelimesi tevriyeli kullanılarak hem bir şehre, hem de Mısır eyaletine benzetilir. İkinci mısrada ise havada dönerek ilerleyen, yani taklacı bir güvercinin getirdiği haberden bahsedilir.
Üçüncü beyitte sevgili dönerek dans etmekte ve uzun saçı da vücuduna dolanmaktadır. Dördüncü beyitte ise ay ve güneşin dünya etrafındaki dönüşüne değinilmiştir. Beşinci beyitte ise tavana asılı duran top aynalardan bahsedilir. Bilindiği gibi bu aynalar devamlı kendi etraflarında dönerler. Altıncı yani mahlas beytinde ise şair, şiirli bir eğlence meclisinden bahseder. Bu meclisin çalgıcısı muhtemelen şairin şiirini bestelemiş ve güzelliği karşısında kendinden geçmiş, döne döne okumaktadır.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.