Bal gibi: Pekâlâ, adamakıllı, çok iyi, gereği gibi.
Balık eti, balık etinde : Şişman değil, ama dolgunca. (Karş.Etine dolgun.)
Balık istifi: Çok sıkışık , üst üste, kalabalık olarak.
Balık kavağa (kurbağa ağaca) çıkınca : "Olmayacak şeyler olursa" anlamında kullanılır.
Balon uçurmak : Asılsızca haber yaymak.
Batta olmak (birine): Birisinden ısrarla, bıkkınlık verdirecek ölçüde bir şeyler istemek; ona asılmak.
Baltayı taşa vurmak : Farkında olmadan karşısındakini rahatsız edecek, kızdıracak söz söylemek. (Kars. Çam devirmek, gaf yapmak, pot kırmak.)
Bam teline basmak (dokunmak) (birinin) : Bir kimseyi duyarlı olduğu bir konuda kızdıracak söz söylemek, davranışta bulunmak.
Bana (sana, ona) göre hava hoş : "Öyle ya da böyle olması benim (senin, onun) için fark etmez." anlamında.
Bana mısın dememek : Zorlu bir işe, etkene vb'ye dayanmak, bunlardan hiç etkilenmemek.
Bardağı taşıran son damla : Sonunda insanın sabrını tüketen, olumsuz tepki yaçatan söz, davranış vb.
Bardaktan boşanırcasına : (Yağmur için) Çok miktarda, şiddetli.
Barut fıçısı gibi: -1. Her an bir çatışmanın çıkabileceği olasılığı bulunan (yer). -2. Çok kızgın, öfkeli, sert (kimse).
Barut kokusu gelmek (burnuna) : Savaş ya da tehlikeli bir şey otaca-ğını sezmek.
Basamak yapmak (bir şeyi, birini) : Bir kimseden ya da durumdan, daha yüksek bir yere gelebilmek için yararlanmak.
Basıp geçmek: -1. Önündekini geçmek. -2. Ona uğramamak. -3. Ona Önem vermemek.
Basıp gitmek : Bir yerden çabucak ayrılmak, uzaklaşmak.
Basireti bağlanmak : Olabilecekleri sezdiği halde uygun biçimde dav-ranamamak.
Baskına uğramak : -1. Düşmanın anı ve beklenmedik saldırısına uğramak. -2. Suçüstü yakalanmak. -3. Bir doğa afetinden büyük ölçüde etkilenmek.
Baskın çıkmak (birinden, bir şeyden): Ondan üstün olmak, onu geride bırakmak.
Baskın yapmak : -1. Bir kimseyi suçüstü yakalamak İçin bulunduğu yere ansızın girmek. -2. Düşmana beklemediği bir anda saldırı düzenlemek. -3. Haber vermeden konuk gitmek, ziyarete gitmek.
Bastığı yerde ot bitmemek: Gittiği yere uğursuzluk götürmek; çok şanssız olmak.
Bastığı yeri bilmemek: Sevinç, heyecan, vb. etkisiyle davranışlarını denetleyememek, şaşırmak, ne yaptığını bilememek.
Baston yutmuş gibi (yürümek): Sallanmadan, dimdik (yürümek).
Başa baş : Eşit, denk, aynt.
Başa çıkarmak (bir işi) (birini) : -1. Bir işi sona erdirmek. -2. Onu çok şımartmak.
Başa çıkmak (biriyle); Ona gücünü kanıtlamak, istediğini yaptırabilmek. (Kars. Yola getirmek.)
Başa geçmek: -1. Yönetici mevkiine geçmek, yönetimde en üst yeri almak. -2. önem bakımından ilk sıraya geçmek.
Başa (bir şey) gelmek : Kötü bir durumla karşılaşmak.
Başa güreşmek: -1. Yağlı güreşte; güreşçiler, başpehlivanlık sanını kazanmak için yarışmak. -2. En üstün dereceyi almak için mücadele etmek.
Baş ağrıtmak : Çok konuşarak dinleyenlere bıkkınlık vermek.
Baş alamamak : bk Başını alamamak
Baş aşağı: -1. Başı yere yönelik biçimde. -2. Başından aşağıya (yere) doğru.
Baş aşağı gelmek : -1. Tepesi üstü düşmek. -2. Bütün işleri alt üst olmak.
Baş aşağı gitmek: Durumu gittikçe kötüleşmek, sürekli kötüye gitmek.
Baş baş : Küçük çocukların "Allaha ısmarladık" anlamında ellerini başlarına götürmelerini sağlamak için söylenen söz.
Baş başa : Birlikte, beraberce; kafa kafaya.
Baş başa vermek : Görüş alışverişinde bulunmak amacıyla bir araya gelmek, bir iş için güçlerini birleştirmek; kafa kafaya vermek.
Baş belası: Sürekli rahatsız eden ve bir türlü kurtulunamayan (kimse,
. şey); başının derdi. (Kars. Tatlı bela)
Baş döndürücü : -1. (Hız ve sürat için) Olağanüstü. -2. Baygınlık verici. -3. Korku verici, korkutucu. -4. Sarhoş edici. -5. Çok büyük, büyük hayranlık uyandıran.
Baş edememek (bir şeyle, biriyle) : -1. O işi basaramamak; o işin üstesinden gelememek. -2. O kimsenin sö* ve davranışlarını düzelte-memek.
Baş eğmek (birine) : Güçlü, sözü geçer bir kimsenin buyruğuna uymayı kabul etmek. (Kars. Boyun eğmek.)
Baş etmek (bir şeyle) (bir kimseyle) : Onu yenmeye gücü yetmek, o konuda başarı kazanmak.
Baş göstermek : -1. Ortaya çıkmak, belirmek, gözükmek. -2. (Güneş için) Doğmak.
Baş göz etmek (birini) : Onu evlendimek, evermek.
Baş göz olmak : Evlenmek, evlendirilmek.
Başı ağrımak : Bir işi, kararı vb. nedeniyle sorumlu olmak; bu konulardaki olumsuzluklardan etkilenmek, üzülmek.
Başı altından çıkmak (birinin) : Kötü bir durum onun tasarım ve girişimiyle meydana gelmek; kafasının atfından çıkmak.
Başı belada olmak : Büyük bir felaketle, sıkıntılı bir durumla karşı karşıya olmak.
Başı belaya girmek : Üzücü, tehlikeli bir durumla karşılaşmak. Başı boş bırakmak (birini) (bir şeyi) : Onu de netle meyi p kendi haline bırakmak.
Başı boş kalmak : Denetim altında bulunmamak, karışanı görüşeni olmamak.
Başı (baş) çekmek: -1. Bir işte ön ayak olmak, bir işin yapılmasında Öncü olmak. -2. Halayın başında bulunup oyunu yönetmek.
Başı dara düşmek (başı daralmak) : -1. Sıkıntılı bir durum içinde' olmak. -2. Paraca darlığa düşmek.
Başı darda (kalmak, olmak) : Sıkıntı içinde (olmak).
Başı derde girmek (düşmek) : Üzücü, sıkıntı verici bir durumla karşılaşmak.
Başı dik (dimdik, alnı açık) ; Onurlu; onurlu biçimde.
Başı dertte (olmak) : Sıkıntılı, tehlikeli bir durum içinde (olmak).
Başı dinç (olmak): Herhangi bir kaygısı/sorunu olmayan (olmamak),
huzur içinde yaşayan (yaşamak).
Başı dönmek: -1. Dengesini yitirip düşecek gibi olmak. -2. Kötü bjr «şey karşısında karşısında bunalmak, sıkılmak. -3. Görkemli, ilk kez -
görülen bir şey karşısında şaşırıp kalmak. -4. Ulaştığı zenginlik ya da
mevki nedeniyle şımarıkça davranışlarda bulunmak.
Başı dumanlı: -1. (Dağ için) Tepesini, doruğunu sis bürümüş. -2. İçkiden sarhoş olan ya da sevgi nedeniyle kendinden geçen (kimse); kafası dumanlı. -3. Açık seçik düşünebilecek, karar verebilecek, durumda olmayan (kimse).
Başı eğik (olmak, kalmak): Söz söyleyemez, direnemez, mahcup durumda (olmak); kafası eğik.
Başı göğe ermek (değmek) : Beklenmedik bir anda büyük bir mutluluğa kavuşmak; bundan ötürü çok böbürlenmek. (Kimi zaman alay' yolu kullanılır.)
Başı hoş olmamak (bîr şeyle), (biriyle) : -1. Ondan hoşlanmamak. -2. O kimseyle arası bozuk olmak; kafası hoş olmamak.
Başı için (birinin) : Değer verilen kişinin hayatı sözkonusu edilerek kullanılan ant ya da yalvarma sözü.
Başı kabak: -1. Saçları dökülmüş. -2. Başında şapka, başörtüsü vb. olmayan.
Başı kalabalık olmak: Yanında iş, konuşma vb. nedenlerle birçok kimse bulunmak.
Başı kazan gibi olmak : -1. Gürüjtü, vb'den çok rahatsız olmak. -2. Çalışmak vb'den dolayı zihinsel yorgunluk duymak; kafası kazan gibi olmak.
Başımla beraber : Memnuniyetle, seve seve, hiç rahatsız olmaksızın.
Başına bela etmek (birini, bir şeyi) : Onu kendisine sıkıntı verecek bir durumu getirmek; o şeyin kendisini tedirgin edecek duruma gelmesine neden olmak.
Başına bela kesilmek : Bir kimse ya da şey, sıkıntı verecek, dert olacak duruma gelmek.
Başına bela olmak : Bir şey ya da kimse sıkıntı verir duruma gelmek.
Başına bela sarmak : Birisine bir şeyi musallat etmek, o şeyin onu rahatsız etmesine yol açmak.
Başına belayı satın almak : Rahatsız edici, üzücü olduğu sonradan anlaşılan bir işe kendi isteğiyle girişmiş olmak.
Başına bir şey (bela, bokluk, hal, İş, kaza vb) gelmek : Kötü bir duruma düşmek, istenmeyen bir durumla karşılaşmak.
Başına bitmek (birinin) : İstemediği halde yanına gelip bir türlü ordan ayrılmamak, ısrarlı isteklerde bulunmak.
Başına buyruk : -1. Hiç kimseden izin almak gereğini duymadan, İstediği gibi davranan. -2. özgür, bağımsız (bir biçimde).
Başına çalmak (bir şeyi) : -1. Bir şeyle vurmak. -2. Bir şeyi öfkeyle geri vermek ; kafasına çalmak.
Başına çıkarmak (birinin) : Onu çok şımartmak; tepesine çıkarmak.
Başına çıkmak: Birinin hoşgörüsünü, yakınlığını fırsat bilip şımarıkça davranmak; tepesine çıkmak.
Başına çorap örmek : Birini kötü duruma düşürmek için gizli plan hazırlamak; çorap örmek.
Başına dikilmek : Başucunda durmak, rahatsız etmek; tepesine dikilmek.
Başına iş açmak : Zor, zorunlu bir işe kendi İsteğiyle girişmek. Başına kakmak : Yaptığı iyiliği, iyilik yaptığı kimsenin yüzüne karşı
söyleyerek onu incitmek; kafasına kakmak. Başına kalmak : Bir işin yapılması, bir kimsenin bakımı, ağırlanması
onun görevi olmak.
Başına vur, ağzından lokmasını al: Uysal, boyun eğen (kimse). (Kars. Yumuşak baştı.)
Başından aşağı kaynar sular dökülmek : bk. Başından kaynar su dökülmek.
Başından atmak (defetmek) (birini) (bir şeyi) : -1. Rahatsızlık veren, artık sıkıa olan bir kimseyle olan ilişkiye son vermek. -2. Yapılması güç olan ya da çok zaman alacak olan bir işi bırakmak.
Başından büyük işlere girişmek (kalkışmak) : Bilgi, beceri ve yetkisini aşan işleri yapmak istemek, bunlara yeltenmek.
Başından geçmek: Söz konusu olayı (olayları) yaşamış olmak; söz konusu durumla daha önce karşılaşmış olmak.
Başından (aşağı) kaynar su (sular) dökülmek : Üzücü, utandırıcı bir olay, durum karşısında büyük bir sıkıntı duymak; vücudunu sıcak bir ter basmak; kafasından kaynar su dökülmek.
Başından savmak (bir şeyi, bir kimseyi) : Onu herhangi bir bahane ile uzaklaştırmak.
Başında olmak (bir durum birinin) : Aynı sıkıntılı durumu yaşamakta olmak.
Başında paralansın (parçalansın) : Yapılan bir iyilik çok söylendiğinde ya da pek bir işe yaramadığında, o iyiliğin artık istenmediğini belirten iîenç sözü; kafasında paralansın.
Başını ağrıtmak : -1. Gereksiz, yersiz sözlerle bunaltmak. -2. Tedirgin etmek, uğraştırmak, can sıkmak; kafasını ağırtmak.
Başını (baş) alamamak (bir şeyden): O şeyden kendisini bir türlü kurtaramam ak.
Başını alıp gitmek (kaçmak, savuşmak): -1. Hiç kimseye danışmadan, haber de vermeden bulunduğu yerden uzaklaşmak. -2. (Fiyat, ücret, faiz vb) Gittikçe artmak, yükselmek.
Başını (başında) beklemek: Bir kimseyi, şeyi korumak, gözetlemek
Başını belaya (derde) sokmak (salmak) : Hiç gereği yokken bir kimseyi sorumlu kılan, başını ağrıtan bir duruma itmek..
Başını boş bırakmak: Bir şeyi ya da kimseyi kendi haline bırakmak; denetim altına tutmamak.
Başını döndürmek : -1 .(Korku, içki, tütün vb) Baygınlık vermek, bayılacak duruma getirmek. -2. Çok beğenmek, büyük bir ilgi duymak.
Başını ezmek: Birisini bir daha kötülük yapamayacak duruma getirmek, yok etmek; kafasını ezmek.
Başını gözünü yarmak : Bir işi istenildiği gibi yapmamak; o işi kusurlu, eksik bir biçimde yapmak; kafasını gözünü yarmak.
Başını (bir şeyden) kaldırmamak (kaldıramamak) : -1. Bir işi yaparken hiç ara vermemek, o işin gidişini bozacak başka bir iş yapmamak; kafasını kaldırmamak. -2. Hasta bir türlü iyileşip ayağa kalka-mamak; kafasını kaldırmamak.
Başını kaşımaya vakti olmamak (başını kaşıyacak durumda olmamak) : İşleri çok ve sıkışık durumda* olmak; kafasını kaşımaya vakti olmamamak.
Başının artından çıkmak (bir şey, birinin): Kötü bir şey birinin, kurnazca hazırladığı bir plana göre yapılmak; kafasının altından çıkmak.
Başının çaresine bakmak: İçinde bulunduğu güç durumdan kendi olanaklarıyla kurtuluş yolu aramak.
Başının derdi: (özellikle çocuklar için sitem yollu söylenir) Çok rahatsızlık veren, eziyet eden; baş belası.
Başının etini yemek : Birisinden ısrarla, bıkkınlık verecek ölçüde bir şeyler istemek; kafasının etini yemek.
Başını şişirmek : Çok konuşmak ya da gürültü vb ederek başının ağrımasına yol açmak; kafasını şişirmek.
Başını taşa (taştan taşa) vurmak : Bir fırsatı kaçırınca ya da başarısızlığa uğrayınca çok üzülmek, kafasının taştan taşa vurmak.
Başını yakmak (birinin) : Onu tehlikeli bir duruma sokmak, zarar sokmak
Başını yemek (birinin): -1. Bir kimsenin tehlikeli, güç bir duruma düşmesine yol açmak. -2. Öldürmek, ölümüne yol açmak. -3. bk. Başının etini yemek.
Başın (başınız) sağ olsun: Bir yakını ölmüş kimseye söylenen teseli sözü.
Başı önünde: -1. Terbiyeli, uslu (kimse). -2. Utangaç, mahcup (kimse).
Başı sıkışmak (sıkılmak) : Herhangi bir güçlükle karşılaşmak. Başı sonu belli değil: Çok düzensiz, karmakarışık. Başı (başı beyni) şişmek: Gürültü, yorgunluk vb'den çok rahatsız olmak; kafası şişmek.
Başı tutmak: Gürültü, fazla konuşma, üzüntü ya da başka bir nedenle başı ağrımaya başlamak; kafası tutmak.
Başı yerine gelmek : Kafası dinlenmiş, yorgunluğu gitmiş olmak; kafasın yerine gelmek.
Başı yukarda : Onurlu, kibirli, kendini beğenmiş (kimse). (Kars. Burnu havada)
Baş kaldırmak (bir şeye, birine) : Ayaklanmak, İsyan etmek, karşı gelmek.
Baş kıç belli değil: "Burada, bu toplulukta tam bir kargaşa, düzensizlik hâkim: Kim yönetici; kimler yönetiliyor belli değil." anlamında..
Baş koymak (bîr şeye): Bir ülkü, amaç uğruna ölümü bile göze alıp uğraşmak.
Baş tacı etmek (bîrin): Ona büyük saygı göstermek, değer vermek. Başta gelmek: En ön sırada olmak, üstün durumda bulunmak; önde gelmek.
Başta gitmek : En ileri, en üstün, durumda bulunmak. Baştan aşağı (asağa) (Baştan ayağa); Başından sonuna kadar; bütünüyle; tepeden tırnağa.
Baştan başa : Bütünüyle, her yönüyle, iyice,.bir uçtan Öbür uca kadar. (Kars. Tepeden tırnağa)
Baştan çıkarmak (birini) : Onu etkileyerek kötü yola sürüklemek, doğru yoldan saptırmak; ayartmak.
Baştan çıkmak: Yasadışı, ahlakdışı yollara sapmak;, kotu insan olmak.
Baştan savma (iş): Özen göstermeden, gelişigüzel bir biçimde yapılan (iş).
Baştan savmak: bk. Başından savmak.
Belasını aramak : Kendisi için tehlikeli bir durum yaratmak. (Kars. Canına susamak, eceline susamak, kanına susamak.)
Belasını bulmak : Yaptığı kötülüklerin karşılığını bulmak, cezasını çekmek.
Belaya çatmak : Tedirgin edici bir durumla ya da kavgacı biriyle karşılaşmak.
Bel bağlamak (birine, bir şeye): Ona güvenmek, inanmak. Bel bei bakmak : Şaşkın şaşkın bakmak.
Belge almak : İki yıl aynı sınıfta üst üste kalan öğrenci, okuldan uzaklaştırılmak.
Beli bükülmek : Yaşlılık nedeniyle bir iş yapamaz duruma gelmek. Beli gelmek : Cinsel İlişki sırasında boşalmak. Belini bükmek (bir şey, bir kimse birinin): O, söz konusu kimsenin
çaresizlik içinde kıvranmasına yol açmak.
Belini doğrultmak: İşlerini düzene koymak (Kars. (İşi) yoluna koymak.)
Belini kırmak: -1. Fena halde dövmek. -2. Hırpalamak, bir şey yapamaz duruma getirmek. -3. Bir işin en güç kısmını yapıp bitirmek, kolaylaştırmak
Belirli belirsiz: Çok az belli olan, zorlukla seçilebilen. Belli başlı: -1. En önemli, başlıca. -2. Belirli. Belli belirsiz: Çok az belli olan, kolayca sezilemeyen. Bel vermek: -1. (Duvar için) Ortası kamburlaşmak. -2. (Tavan için)
Aşağı doğru sarkmak.
Benden günah gitti (Benden söylemesi) : "Ben görevimi yaptım, gerekeni söyledim; bundan sonrası için sorumluluk kabul etmem.' anla-, mında.
Benden sonra tufan : Kendinden sonrakileri, sonra olacakları düşünmeyen kimsenin tutumunun yanlışlığını belirtmek için söylenir. Benden uzak olsun da, Mısır'a sultan olsun : "Söz konusu kimse, nerede, hangi mevkide olursa olsun, yeterki benden uzakta bulunsun." anlamında. Bende (sende, onda) o göz var mı? : "Bunlara inanacak kadar saf
mıyım? (saf mısın?) , (saf mı?)." anlamında.
Ben derim bayram haftası, o anlar mangal tahtası: "Benim söylediklerimden bambaşka şeyler anlıyor, anlamlar çıkarıyor." anlamında. Ben diyorum hadımım, o diyor (soruyor) oğul uşaktan neyin var (çoluk çocuktan ne haber?) : "Ben gücüm olmadığını, bu işi yapamayacağımı söylüyorum; o hâlâ benden yardım istiyor, birtakım işler yapmamı umuyor." anlamında.
Benim diyen : Kendine çok güvenen (insan).
Benim oğlum bina olur, döner döner yine okur: Hiçbir sonuca varmadan aynı şeyleri yineleyip duran kimse için alay yollu söylenir.
Benzi atmak (uçmak) : Korkudan ya da heyecandan yüzü sararmak; beti benzi atmak.
Benzi kül gibi olmak : Korkudan yüzünden kan çekilmek, yüzü sapsarı olmak.
Benzine kan gelmek : İyileşmek, canlanmak.
Berabere kalmak: Bir oyunda her iki tarafın da aldığı sayılar eşit olmak, yenişememek.
Bereket versin (bereket ki, bereket versin ki) : -1. "Tanrıya şükür ki." anlamında yaşanılan kötü bir durum için söylenir. -2. "Tanrı size bol para versin." anlamında iyi dilek sözü.
Besledik büyüttük danayı, (şimdi) tanımaz oldu anayı: "0 kimseyi biz yetiştirdik, bu hale getirdik, şimdi yüzümüze bile bakmıyor." anlamında.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.