Acemi çaylak : Toy, tecrübesiz, beceriksiz kimse.

Acemilik çekmek : -1. Bir işte bilgisiz ve deneyimsiz olduğu içjn sıkıntı çekmek. -2. Bir yerin yabancısı olduğu için bocalamak.

Acem kılıcı gibi İki tarafı (taraflı) kesmek: Yandaşlarına da, karşıtları­na da zarar vermek, her iki yanı da kırmak.

Acentadan çıkma : Yeni, gıcır gıcır (araba).

Acı çekmek (duymak) : -1. Vücutta herhangi, bir yara, ezik vb. nede­niyle aa duymak. -2. Yaptığı bir işin kötü sonuçlanmasından ötürü üzülmek.

Acı gelmek (bir şey, birine) : Bir söz, durum, davranış ona dokun­mak, onu üzmek.

Acından ölmek : -1. Çok acıkmış olmak. -2. Açlıktan ötmek.

Acı kuvvet: Zorlayıcı, ezici güç.

Acısı çıkmak : Bir güçlüğün daha sonra olumsuz, kötü sonuçlarını gör­mek, yaşamak.

Acısı içine (yüreğine) çökmek (işlemek) : Üzüntü yaratan bir olay belleğinde, gönlünde derin iz bırakmak.

Acısını almak : -1. Act tadını gidermek. -2. Sızısını, üzüntüsünü gider­mek.

Acısını çekmek (bir şeyin) : Yapılan yanlış bir işin üzücü sonuçlarını görmek.

Acısını çıkarmak (bir şeyin) (bir kimseden) : -1. Uğradığı maddi ve manevi kayıpları gidermek . -2. Zamanında gereği gibi yapılamayan

bir-şeyi fırsatı düşünce fazlasıyla yapmak; telafi etmek, gidermek. -3.

Yapılan bir kötülüğe kötülükle karşılık verip öç almak; intikam almak.

Acı soğuk : Çok üşüten, sert soğuk.

Acı söylemek: Yanlış yolda olan bir kimseyi çekinmeden uyarmak, sert dille eleştirmek.

Acı tatlı: Hem hoş hem üzüntü verici olan.

Aciz bırakmak (birini) : Birini çaresiz, güçsüz duruma getirmek.

Aciz kalmak : -1. Hiç bir şey yapamayacak duruma gelmek. -2. Bütün çabalarına karşın o işi yapamamak ; çaresiz kalmak.

Acze düşmek : Güçsüz kalmak, beceriksiz olmak.

Aç açına : Aç olarak, hiçbir şey yemeden.

Aç bülaç : Perişan, yoksul, bakımsız bir durumda.

Aç gözlü : Azla yetinmeyen, doymak bilmeyen (kimse) ; haris; gözü aç.

Aç gözünü, açarlar gözünü : Çok dikkatli ol, yoksa çok şeyler kaybe­dersin, act olaylarla karşılaşırsın." anlamında.

Açığa almak (birini) : Onu tam yetki ve sorumlulukla yaptığı, görevden

almak.

Açığa çıkarmak (birini) (bir şeyi): -1. O kimsenin görevine son ver­mek ; onu kadrodışı bırakmak. -2. Bir durumu fark ederek aydınlatmak. -3. O şeyi kimyasal bir işlemle başka şeylerden ayırmak.

Açığa çıkmak: Bir durum başkalarınca anlaşılmak.

Açığa vurmak (bir şeyi) : -1. Gizli kalması gereken bir şeyi açıkla­mak, belli etmek. -2. Bir davranış her şeyin belirtisi olmalı.

Açığı çıkmak : Onun sorumluluğundaki mal ya da para tutarında, tuttu­ğu hesapta, eksiği olduğu anlaşılmak.

Açığını bulmak (birinin): -1. Bir hesaplamada eksiğini ortaya koy­mak. -2. Birini alt etmek için, bilinmeyen, gizli kalmış bir kusurunu, hatasını öğrenmek.

Açığını kapatmak (birinin) (bir şeyin) : -1. Birinin eksik bıraktığı işleri tamamlamak. -2. Birini hesap açığını ödemek.

Açığını yakalamak (birinin) : Onun hesap hilesini, yalanını, hatalı bir işini fark etmek, bulmak.

Açık açık : Hiçbir gizli yön bırakmadan ; içtenlikle.

Açık ağızlı: Aptal görünüşlü, salak, sersem kimse için söylenir.

Açık alınla : Şerefle, şerefli bir biçimde, övünçle.

Açık bono (çek, kart) vermek (birine) : Bir kimseye bir konuda sınır­sız yetki vermek, tanımak

Açık elli: Cömert kimse için söylenir, eli açık.

Açık etmek (bir şeyi): Beili etmek (Kars. İpucu vermek.)

Açık fikirli: Yeniliklere İlgi duyan, ayak uydurabilen ya da hoşgörülü bir tavır takınan (kimse).

Açıkgöz: -1. Durumları, fırsatları en iyi değerlendirebilen, becerikli, uyanık (kimse). -2. Kurnaz, işini bilen, kendi çıkarını gözeten (kimse).

Açık gözlük etmek : -1. Uyanık davranmak. -2. Fırsatlardan yararlan­masını bilmek.

Açık hava : Bir binanın dışındaki yer.

Açık hava oteli: Geceyi sokakta geçirenler için sokak.

Açık kalpli: Gizlisi saklısı olmayan, düşündüklerini olduğu gibi söyle­yen, samimi (kimse); açık yürekli.

Açık kapı bırakmak : Bir konuda kesin yargıya varmamak, o konuyu yeniden ele alabilme olanağını bırakmak

Açık kapı bırakmamak : Bir konuda her türlü önlemi almış olmak

Açık konuşmak: Gerçeği korkuya, çekinme duygusuna kapılmadan, gizlemeye gerek duymadan söylemek

Açıklık getirmek (İzahetme) : Konuyu daha anlatılır kılmak.

Açık mektup : Herhangi bir kimseye, kuruma hitaben yazılan ve kamu­oyunu etkilemek amacıyla basın organlarında yayımlanan mektup.

Açık olmak: Hiçbir şeyi gizlememek saklamamak; içten, samimi, art

Açık oynamak: Hiçbir art düşüncesi, gizli niyeti olmamak.

Açık saçık : Yasa ve toplum kurallarına göre ayıp ve suç sayılacak öl­çüde (giyim, söz; konuşmak)

Açık seçik: Çok belirgin (biçimde), açık ve anlaşılır biçimde.

Açık söylemek : -1. Kolay anlaşılır bir biçimde söylemek. -2. Çekinme­den söylemek.

Açık sözlü : Düşüncelerini açıkça belirten, İçten kimse için söylenir.

Açık şehir: Bir savaşta, savunmasız olduğu önceden ilan edilen şehir.

Açıkta bırakmak (birini) : -1. Ona herhangi bir iş ya da görev verme­mek. -2. Onu evsiz barksız bırakmak. -3. Onu çeşitli kişilere sağla­nan hizmetten yoksun bırakmak.

Açıkta kalmak: -1. Herhangi bir işe ya da kuruluşa girememek. -2. Ev­siz barksız kalmak. -3. Çeşitli kişilere sağlanan hizmetten yoksun kal­mak yararlanamamak.

Açıktan açığa: Herkesin gözü önüride, gizleyip saklamadan. (Kars.

Göz göre göre.)

Açık teşekkür : Bastn organları yoluyla, ilgili kimse ya da kuruluşa İle­tilen teşekkür türü.

Açık vermek: -1. Hesabı tutturamamak, gelir ile gider arasında denge kuramamak. -2. Borçlu duruma düşmek. -3. Kendini ele verecek söz söylemek ya da davranışta bulunmak. -4. Gizlenmesi gereken bir şe­yi farkında olmadan belli edivermek. Açık yürekli: İçi dışı bir, dürüst kimse; Açık kalpli Açık yüreklilikle (yürekle): Hiçbir şeyi gizlemeden, samimi olarak.

Açılıp saçılmak : -1. (Kadın) Oldukça açık saçık giyinmeye başlamak.

-2. (Kadın) Oldukça serbest ve pervasız davranmaya başlamak.

Aç karnına : Boş mideyle, henüz bir şeyler yiyip içmeden.

Aç kurt (kurtlar) gibi: Aşın bir istekle.

Açlıktan gözü (gözleri) kararmak : Çok Acıkmak.

Açlıktan İmanı gevremek : Çok acıkmış olmak.

Açlıktan nefesi kokmak : Yoksul duruma düşmek.

Açlıktan ölmek: Dayanılamayacak ölçüde acıkmış olmak.

Açmaza düşmek: İçinden çıkılması zor bir durumla karşılaşmak.

Açmaza getirmek (düşürmek, sokmak) (birini) : Onu içinden zor çı­kılır bir durumla karşı karşıya bırakmak.

Açtı ağzını, yumdu gözünü : "Kızgınlık, Öfke nedeniyle onur kına söz­ler söyledi." anlamında kullanılır. (Kars. Ağzına geleni söylemek.)

Ad almak : Kendisine ad verilmek.

Adama dönmek (benzemek) : Giyimi ve tavırlarıyla herkesçe beğeni­lir duruma gelmek, derlenip toparlanmak.

Adam almamak (bir yer); Orası çok kalabalık olmak.

Adam başına : Her bir kimseye.

Adam etmek (birini) (bir şeyi) : -1. O kimseyi topluma yararlı bir du­ruma getirmek, yetiştirmek. -2. O şeyi onarıp yarayışlı duruma getirmek.

Adamına düşmek(adamını bulmak): -1. Bir iş gerçek sahibine veril­mek; bir işi en iyi, en kolay yapan kimseyi bulmak. -2. (Alay yollu) Karakterine güvenilmeyen kimseyle bir arada olmak, iş yapmak, kar­şılaşmak. ,

Adam içine çıkamaz olmak (çıkamamak): Sıkılganlık, utangaçlık, yoksulluk, yüz kızartıcı bir davranış vb. yüzünden İnsanların arasına karışamamak. ^

Adam olmak : -1. Bir kimse, kendisini yetiştirip toplama yararlı bir du­ruma gelmek. -2. Bir şey onarılıp işe yarar duruma gelmek.

Adam oluncaya kadar dokuz fırın ekmek İster : "Söz konusu kimse­nin yetişip topluma yararlı olması için daha çok uzun zaman çalışması gerekir." anlamında.

Adam sen de : "Aldırma, önem verme!" anlamında.

Adam yerine koymak (birini) : Ona hak etmediği değeri vermek.

A'dan z"ye kadar: Başından sonuna kadar, bütünüyle, baştan aşağı.

Âdet görmek : Kadının ayda bir dölyatağından kan gelmek; aybaşı ol­mak.

Âdet yerini bulsun diye : "Gerekli görüldüğü için değil, herkes öyle yaptığı, alışıldığı İçin." anlamında.

Adı çıkmak (birinin): Kötü bir adla anılır olmak.

Adı (bir şeye) çıkmak: Gerçekte öyle olmadığı halde, öyteymiş gibi tanınmak; ismi (bir şeye) çıkmak.

Adı duyulmak : Ünlenmeye başlamak; ismi duyulmak.

Adı geçmek: -1. Söz konusu edilmek. -2. Adı yazılmak; ismi geçmek.

Adı kalmak : öldükten sonra da adı anılmak; ismi kalmak.

Adı karışmak (bir işe, olaya) : Söz konusu iş ya da olayda kendisinin de İlgili olduğunu söylenmek; ismi karışmak.

Adım adım yer edeyim, gör sana neler edeyim : "Senin bulunduğun yere sezdirmeden bir yerleşeyim, bak sana ne oyunlar oynayacağım." anlamında.

Adım atmak : Bir işe başlamak, girişmek.

Adım atmamak (bir yere ) : Oraya hiç gitmemek, uğramamak.

Adım başı(na) : Birbirine yakın yerlerde.

Adımım denk (tek) almak : Bir işte dikkati davranmak

Adını ağzına aptestte aJmak : Onu saygıyla anmak.

Adını koymak : Bir malın fiyatını, bir işin paraca karşılığını belirlemek.

Adı (bite) okunmamak: Ona hiç değer, önem verilmemek; iemi (bi­le) okunmamak.

Adını (bir şeye) çıkarmak : Kendini o şey gibi tanıtmak.

Adını (defterden) silmek : Onunla İlişkisini kesmek.

Adı sanı belirsiz: Kim olduğu, kimin nesi olduğu bilinmiyen.

Adı ulu götü kuru : Çok ünlü sanılıyor ama gerçek öyle değil.

Adı üstünde ; Apaçık belli, adından da anlaşılacağı gibi.

Adıyla sanıyla : Herkesçe bilinen adı ve ünüyle; ismiyle cismiyle.

Ad takmak (birine) : Ona niteliklerine uygun bir ad vermek; isim tak­mak.

Afakanlar basmak : bk. Hafakanlar basmak.

Afişte kalmak : Bir oyun pekçok kez sahnelenmek, gösterimi sürmek.

Aforoz etmek (birini) : Kızılan, sevilmeyen bir kimse ya da kuruluşla bütün ilişkileri kesmek, onu dışlamak.

Afyonu başına vurmak: Öfkesinden ne yaptığını bilmeyecek duruma gelmek.

Afyonu patlamak : Kendine gelmek.

Afyonunu patlatmak: -1. Bir kimsenin keyfini bozup sinirlenmesine yol açacak davranışlarda bulunmak. -2. Uyku sersemliğini gidermeye çalışmak.

Ağaç olmak : Birini ayakta uzun süre beklemek.

Ağına düşmek : Birinin tuzağına düşmek. Ağır aksak : Pek yavaş, aralıklı olarak.

Ağır basmak : -1. Ağırlığı fazla gelmek. -2. Bir yön, bir taraf daha üs­tün gelmek.

Ağır başlı : Ciddi, tutarlı (kimse).

Ağır canlı: Çok yavaş davranan (kimse).

Ağırdan almak : Bir işi yapmak konusunda gönülsüz davranmak

Ağır duymak (işitmek) : Kulakları iyi duymamak.

Ağır elli : -1. İşlerini çabuk yapamayan (kimse);

Ağır gelmek : -1. Ağırlığı fazla gelmek. -2. Yapılması, tahammül edil­mesi güç gelmek. -3. Gücüne gitmek, kırmak, incitmek.

Ağır gitmek : Bir iş normal temposundan daha yavaş yürümek.

Ağır hastalık: Tehlikeli, Ölümle sonuçlanan hastalık.

Ağırına (ağrına) gitmek: Bir davranış İncinmesine, gücenmesine yol açmak, onurunu kırmak (Kars. Gücüne gitmek, zoruna gitmek.)

Ağır İşrtmek : bk. Ağır duymak.

Ağır kanlı: Davranışları yavaş olan tembel, uyuşuk (kimse).

Ağırlığım koymak (Bir şeye, bir şeyden yana): Etkisini, gücünü, onu desteklemede kullanmak.

Ağırlık basmak (çökmek) (birine) : Üzerine bir gevşeklik gelmek, uyuyacak duruma gelmek.

Ağırlık merkezi: Bir İşin en önemli kısmı.

Ağırlık vermek (olmak) (birine) (bir şeye) : -1. Bir kimseye sıkıntı vermek. (Kars. Yük olmak) -2. Bir şeye önem vermek, öncelik tanımak.

Ağır olmak : Sabırlı, ciddi, soğuk kanlı olmak.

Ağır söz: Kalp kıran, onuru zedeleyen söz.

Ağır top : Bir toplulukta sözü gecen, yönlendirme gücü olan kimse.

Ağır uyku : Derin uyku. (Kars. Deliksiz uyku).

Ağız birliği etmek : Bir konuda aynı şeyler söylemeyi ya da yapmayı kararlaştırmak . (Kars. Aynı ağzı kullanmak.)

Ağız dalaşı (dalaşması): Sözle yapılan kavga.

Ağızdan ağıza : Biri ötekine, ötekisi de başkalarına söyleyerek.

Ağız değiştirmek: Daha önce söylediğinden çok farklı şeyler anlat­mak.

Ağız dolusu (küfür, laf etmek) : Bol ve ağır (küfür, laf etmek).

Ağız eğmek (birine) : Bir şeyi ondan yalvarırcasına istemek

Ağız kalabalığına getirmek (birini): Konudışı sözlerle karşısındakini şaşırtıp amacına ulaşmak

Ağız kokusu : Bir kimsenin dayanılması güç davranışları, sözleri, istek­leri.

Ağız tadı: Bir toplulukta, dirlik düzenlik. .

Ağız yapmak : Bir kimseyi sözle, davranışlarıyla oyalamaya, aldatma­ya çalışmak

Ağlama duvarına dönmek : Herkesin derdini döküp sızlandığı biri hali­ne gelmek.

Ağlamaklı olmak : Ağlayacak gibi olmak.

Ağrısı tutmak: -1. Gebe kadının doğum şanoları başlamak. -2. Her­hangi bir ağrı varlığını duyurmaya başlamak.

Ağza alınmayacak (alınmaz) : Kaba, söylenmesi ayıp sayılan (söz).

Ağzı (bir karış) açık kalmak: Bir olay ya da söz karşısında şaşırıp kalmak, donup kalmak.

Ağzı bozuk : Küfürlü konuşmayı huy edinen, küfürbaz (kimse).

Ağzı burnu yerinde : Olduça güzel, yakışıklı (kimse).

Ağzı çelik (teneke kaplı): Çok sıcak yiyecek ve içecekleri rahatlıkla yiyip içebilen kimse.

Ağzı dili kurumak : Bir şeyi bıkacak derecede çok tekrarlamak.

Ağzı dili varmamak : bk Dili varmamak.

Ağzı var dili yok: Pek konuşmayan, hakkını aramasını bilmeyen (kimse).

Ağzı gevşek: Sır saklamasını beceremeyen, geveze (kimse).

Ağzı havada : Neler olup bittiğinden haberi olmayan, şaşkın, alık.

Ağzı kalabalık : Yerli yersiz çok konuşan (kimse).

Ağzı kara: -1. Kötü haberler veren (kimse). -2. Fitneci, çamur atan (kimse).

Ağzı kulaklarına varmak : Bir olay, durum karşısında çok sevinmek.

Ağzı laf yapmak : Etkileyici, inandırıcı biçimde konuşmak.

Ağzına bir parmak bal çalmak: Bir kimseyi tatlı vaatlerle, önemsiz şeylerle oyalamak, avutmak.

Ağzına bir şey (çöp) koymamak : Hiçbir şey yememiş olmak.

Ağzına burnuna bulaştırmak (bir işi): Bir işi becerememek, berbat etmek, bozmak. (Kars. Yüzüne gözüne bulaştırmak.)

Ağzına geleni söylemek: Kızgınlık, öfke, vb. etkisiyle kına ve kaba sözler söylemek. (Kars. Açtı ağzını yumdu gözünü.)

Ağzına kadar: Boş yer kalmamak üzere.

Ağzına (ağzınıza) sağlık: Yerinde, en uygun zamanında söz söyle­yenlere iltifat olarak söylenir.

Ağzına sakız etmek (bir şeyi) : 0 şeyi devamlı konuşur olmak.

Ağzına sakız olmak: Bir kimsenin devamlı konuştuğu bir konu duru­muna gelmek, dedikodu konusu olmak.

Ağzına sıçmak: Öfkelenilen bir kimseye büyük zarar verecek bir iş yapmak.

Ağzına sürmemek (koymamak) (bir şeyden): Söz konusu bir yiye­cek, içecekse ondan hiç yememek, içmemek.

Ağzına tükürmek : Sıkıntı, aa veren bir şeye lanet okumak.

Ağzına vur, lokmasını al: Çok yumuşak başlı, sessiz, âciz (kimse).

Ağzına yakışmamak : Ayıp sayılan ya da hayrete düşüren sözler söy­lemek.

Ağzında bakla ıslanmamak : Hiçbir sim saMayamamak, sır tutama-mak

Ağzında büyümek : Bir yiyeceği sevmediği, karnı doyduğu, iştahsız ol­duğu için bir türlü yutamamak

Ağzında gevelemek (bir şeyi): Onu açıkça söylememek

Ağzından baklayı çıkarmak : Sabrı tükenip bildiklerini, düşündüklerini söyleyi vermek

Ağzından bal akmak : Tatlı, etkileyici biçimde konuşmak

Ağzından burnundan gelmek : bk. Burnundan gelmek.

Ağzından burnundan getirmek : bk. Burnundan getirmek.

Ağzından çıkanı (çıkan sözü) kulağı işitmemek (duymamak) : Kız­gınlık, öfke vb. yüzünden çok ağır sözler söylediğinin farkında olmamak

Ağzından düşürmemek (bir şeyi, birini, adını) : Her yerde, her za­man onun sözünü etmek

Ağzından girip burnundan çıkmak : Çeşitli yollar deneyerek kandır­mak, bir şeye razı etmek

Ağzından kaçırmak : Söylemek istemediği bir şeyi boş bulunup söyle­yi vermek

Ağzından kapmak: Bir kimsenin konuşmasından yarım yamalak bir şeyler öğrenmek

Ağzından konuşmak (birinin): Başkası adına ya da başkasını taklit ederek konuşmak

Ağzından laf almak (kapmak) : Bir kimseden çeşitli yolları deneyerek gizli tutulan şeylerle İlgili bilgiler edinmek

Ağzından laf çalmak (çekmek): Bir kimseden birtakım mantık oyunla­rıyla bilgi sızdırmak

Ağzından lokmasını almak : Hakkı olan şeyi onun elinden almak

Ağzından yel alsın : "Söylediğin kötü olayın gerçekleşmemesini dile­rim." anlamında.

Ağzında yaş kalmamak : Bir düşüncesini bir kimseye birçok kez söy­lemiş olmak (Kars. Dilinde tüy bitmek)

Ağzını açmak: -1. Konuşmak -2. Kına sözler söylemek, azarlamak, paylamak.

Ağzını aramak (yoklamak) (birinin) : Bir kimsenin belli bir konuda ne­ler düşündüğünü öğrenmeye çalışmak

Ağzını bıçak açmamak : Üzüntüsünden ya da başka bir nedenle ko­nuşacak durumda olmamak

Ağzını bozmak : Küfür ve hakaret dolu sözler söylemek, küfretmek

Ağzını burnunu dağıtmak : .Yumrukla feci şekilde dövmek, adamakıllı hırpalamak

Ağzını havaya (poyraza, yele) açmak: Eline geçen fırsatı kaçırdıktan sonra, boş yere bir şeyler beklemek, ummak.

Ağzını hayra açmak : Hep kötü olasılıklardan söz etmek.

Ağzını kapamak (kapatmak) (biri) (birinin) : -1. Susmayı tercih et­mek. -2. Küçük bir çıkar karşılığında bir kimsenin konuşmamasını sağlamak.

Ağzını mühürlemek: Hiç konuşmamak, hep susmak. :

Ağzının içine bakmak : -1, Bir kimsenin sözlerini zevkle, dikkatle dinle­mek. -2. Onun sözlerini yerine getirmeye hazır olmak.

Ağzının içine girmek : Bir kimseye çok yaklaşmak.

Ağzının kokusunu çekmek : Bir kimsenin yerli yersiz İstek ve davranış­larına katlanmak.

Ağzının payını almak: Bir söz ya da davranışından ötürü hak ettiği karşılığı görmek; paylanmak, azarlanmak.

Ağzının payını vermek (birine): Bir kimseyi bir söz ya da davranışın­dan ötürü paylamak (Kars. Haddini bildirmek).

Ağzının suyu akmak : Çok beğendiği, imrendiği bir şeyi elde etmek is­temek, imrenmek.

Ağzının tadı bozulmak (kaçmak) : Kurulu düzeni, rahatı bozulmak, huzuru kaçmak.

Ağzının tadını bilmek : >1. Damak zevki olmak. -2. Her şeyin güzelini seçmede usta olmak,

Ağzını öpeyim (seveyim) : "Ne güzel anlattın, ne güzel haber verdin,

sağ olasın" anlamında.



A harfi Devamı

Önceki
Önceki Konu:
Momo

Yapılan Yorumlar

Henüz kimse yorum yapmamış.

Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.

Yorum Yapın

Güvenlik Kodu
Popüler Sayfalar:
Son Ziyaretler:
Coğrafya Sitesi Tarih Sitesi Matematik Sorusu