Bu topluluk, 1928 yılında ortaya çıkmış, şiir ve yazılarını da "Yedi Meşale" adını verdikleri kitapta toplamıştır. Edebiyatımızda çok ses getiremeyen topluluk Milli Edebiyat şiirini gerçekçilikten uzak bulmuş, sanatsal yönü güçlü bir şiiri amaçlamıştır. Yenilikten yana olmayı, Türk şiirine yeni ufuklar açmayı hedeflemişlerdir.
Tüm bunlara karşın, Türk şiirinin biçim ve yeni bir katkı sunamadılar. Milli Edebiyat şiirini aşamadılar. Etkisiz kaldılar. "Canlılık, içtenlik ve sürekli yenilik" sözcükleriyle özetledikleri ilkeyi, yaşama geçiremediler. Hece ölçüsünü kullanan bu topluluk, konu olarak Fransız sembolistlerini örnek almıştır.
Bu topluluğu oluşturan sanatçılar şunlardır:
Kenan Hulusi Koray, Cevdet Kudret Solok, Muammer Lütfı, Sabri Esat Siyavuşgil, Yaşar Nabi Nayır, Vasfi Mahir Kocatürk, Ziya Osman Saba (Devam)
KONUSU: Lozan Barış Antlaşmasından sonra, Türkiye sınırları dışında kalan Türklerin uğradıkları eziyetler neticesinde, kaçarak ana vatana sığınmak isterlerken, yolları üzerinde rastladıkları bir yer altı şehri ve oranın insanları anlatılmaktadır.
ÖZETİ:
Kaçan üç kişi, Osman Baba, Sadık ve Celal. Peşlerinde askerler. Yüksek dağlara tırmanarak kurtulurlar. Bir krater gölünün yanında soluklanırlarken, bir kartalın pençesinde bir şeyle havalandığını görürler. Kartala taş atıp pençesindeki nesneyi düşürttüklerinde bunun bîr insan kolu olduğunu anlayınca üzülüp, dehşete kapılırlar. Belki de bu kol, Osman Baba'mn yaklaşık bir
ay önce....zulmünden kaçırttığı ..torununa ait olabilir. Merakla
uçurumun dibine İnerler. Bir krater gölünün kenarında, ne zaman oraya geldikleri ve ne zaman öldükleri belli olmayan beş altı kişinin cesedin... (Devam)
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, bir padişahın güzel bir kızı varmış. Günlerden bir gün, zengin bir adamın oğlu padişahtan kızını istemiş. Her iki taraf iyice görüşüp konuştuktan sonra, padişah, zengin adamın oğlunu damatlığa kabul etmiş.
Bir zaman sonra kırk gün, kırk gece düğün yapılmış, iki genç evlenmiş. Evlendikleri gece, delikanlı kızın kendisini sevip sevmediğini anlamak için bir deneme yapmış: Bir altın tabağın içinde beyaz üzüm, bir gümüş tabağın içine de kara üzüm koyarak, karısına demiş ki:
- Ey padişah kızı, söyle bakalım, bu üzümlerin hangisi tabağına uygun düştü?
Hiç beklemediği bir soru ile karşılaşan padişah kızı, tabaklara şöyle bir baktıktan sonra:
- Gümüş tabak içinde kara üzüm daha güzel görünüyor, cevabını vermiş.
Delikanlı bu cevabı beklemediği için birden köpürmüş:
- Demek sen beni değil, kapımdaki Arap uşağı sevdin ha... (Devam)
Bu roman Abbas Sayar'ın ilk romanıdır ve 1970'te yayınlanmıştır, TRT 1970 Sanat Ödülleri yarışmasında Yılkı Atı adlı romanıyla başarı ödülü almıştır. İçeriği ve kahramanları ile farklı bir romandır. Çünkü eserde ana kahramanlar atlardır, insanla tabiatın, atların ilişkisi ele alınmıştır. Eserde üzerinde durulan ana konular tevekkül, yoksulluk, tabiat, geleneklere bağlılıktır.
Yılkı Atı Özeti:
İbrahim, tarlada çift sürmektedir. Bulunduğu köy, Anadolu'nun yoksul köylerinden biridir. Köyde kış, acı yüzünü göstermeye başlamıştır. Rüzgârlar sertleşmiş, kavak ağaçları yapraklarını dökmeye başlamıştır. İbrahim, bu yılki mahsulünü düşünür. Saman da, ürünler de kıt kanaat ancak yetecektir. Samanları düşünen İbrahim, Dorukısrak'ını hatırlar. Öküzleri köye doğru sürerken hayaller kurar. Bir harman dolusu buğdayının, arabalarının, konağının, bir sürü atlarının oldu... (Devam)
Bu eser Kemal Bilbaşar'a ait Yüz Temel Eser olarak seçilen bir romandır.
KONUSU: İç Anadolu'nun bir kasabasında yaşayan Yonca Kız ve ailesi, heyelan nedeniyle çıkarıldıkları evlerinden, parasızlık nedeniyle, yeni yapılan evlerden satın alıp oturamadıkları için, çareyi İzmir'e göç etmekte bulurlar. Yonca Kız ve ailesinin başından türlü işler geçer Babası Öldürülür. Yonca Kız kaçırılır. Ama tüm çekilen acılar bir gün son bulur ve Yonca Kız ile annesi mutlu bir şekilde yaşamaya başlarlar.
ÖZETİ:
Kale kasabası, killi yamaçlar arasında yükselen büyük bir pe-ribacası üzerine kurulmuş bir Orta Çağ kalesidir. Geçmiş çağlardan kalan bu kalede yaşayan insanlar da, her şeyleriyle o dönemin insanlarına benzemektedirler.
Kasabanın erkekleri para kazanmak için uzak şehirlere çalışmaya giderler. Kadınlar ise, evlerindeki dokuma tezgâhlarının başında harıl harıl bez dokurlar. Bu bezler, İzm... (Devam)
Cümlede işi, yargıyı, durumu bildiren sözcük ya da söz öbeklerine yüklem denir.
Aşağıdaki söz gruplarının cümle olabilmesi İçin sonlarına uygun yüklemleri getiriniz.
Bütün halk, köy meydanında........
Havalar, artık iyice...........
Hayatta en hakiki mürşit.........
Kazanmak istediğim okul............
Yardımlarınız için size....................
Yukarıdaki yüklemleri incelediğimizde görürüz ki, yüklem değişik türden sözcükler olabilir. Çekimlenmiş fiillerin yanı sıra ekfiil alarak çekimlenen isim soylu sözcükler de yüklem olabilir.
Aşağıdaki sözleri fiil soylu yüklemlerle tamamlayınız.
Okumadığı roman
Herkes kendi kusurunu.......
Ödevlerimi zamanında yapmaya
Yüklem, tek sözcük olabileceği gibi birden fazla sözcükten de oluşabilir. Bileşik fiiller, deyimler, tamlamalar yüklem görevinde kullanılır.
Genellikle sıralı cümlelerde ilk cümle için kullanılan yüklem ikinci cümle için kullanılır. Ancak bu yüklemlerin ortak olması gerekmektedir aksi halde anlatım bozukluğu meydana gelir.
- Çoğu zaman müzik, bazen de televizyon izlerdi. (Müzik dinler)
• Sinemaya az, tiyatroya hiç gidemiyorum. (Giderim) (Devam)
Türkçede cümleler anlam, yapı ve yüklem yönünden üç ana grupta incelenir. A- Yüklemine Göre Cümleler 1. Eylem (Fiil) Cümlesi Yüklemi çekimli bir eylem olan cümlelere eylem cümlesi denir. Örnek: Kaçanın arkasından kabadayılık yapılmaz. 2. İsim (Ad) Cümlesi İsim ya da isim soylu sözcükler de yüklem görevini üstlenebilir. Bir cümlenin yüklemi, isim ya da isim soylu sözcüklere ek-eylem getirilerek yapılıyorsa cümleye isim cümlesi denir. Örnek: İnsan erdemiyle insandır. Örnek: Bir milletin geçmişi, o milletin geleceği için yol gösteren bir kandildir. B- Yükleminin Yerine Göre Cümleler 1. Kurallı Cümle: Yüklemi sonda olan cümledir. Örnek: Olaylar karşısında sessiz kalamıyordu. 2. Devrik Cümle: Yüklemi sonda olmayan cümledir. &O... (Devam)
13. yüzyılda Sakarya çevresinde yaşadığı sanılan Yunus'un hayatı ve kişiliğine İlişkin bilgiler kısıtlıdır. Yunus Emre'ye ait bilgiler, şiirlerinden ve onunla ilgili olarak sonradan yazılan kitaplardan sağlanmıştır. Şiirlerinden; medrese eğitimi gördüğü, Bektaşi tarikatına bağlı olduğu, şeyhinin de Taptuk Emre olduğu anlaşılıyor. Bağlandığı tarikatın düşüncelerini yaymak için, gurbete çıkan dervişler geleneğine uygun olarak Anadolu'yu yöre yöre dolaşmıştır. Önemli şiirlerini 14.yüzyılda yazdığından 14.yüzyıl sanatçısı olarak da kabul edilen Yunus Emre şiirlerinde hem heceyi hem de aruzu kullanmıştır. Divan düzenleyecek, mesnevi hazırlayacak düzeyde bu kültürün içinde olmakla birlikte halka dönük yüzünü hep korumuştur. Şiirlerinde tasavvufi Tanrı sevgisiyle birlikte hoşgörü, barış, kardeşlik, insan sevgisi gibi temaları yalın ve içtenlikti bir anlatımla dile geti... (Devam)
Bir gün Rum erenleri Taptuk'un tekkesinde toplanır, Taptuk cezbeye gelir ve Yunus-ı Guyende isimli bir erene: "Yunus söyle!" der, üç kez tekrar etmesine rağmen ondan ses çıkmaz. Bunun üzerene Yunus Emre'ye dönüp: "Bizim Yunus vakit oldu, o hazinenin kilidini açtık, nasibini alıverdin sen söyle." der. Bunun üzerine Yunus'un dili çözülür ve şiir söylemeye başlar. Yunus bütün Anadolu'da çok sevildiği ve sahiplenildiği için Sakarya, Kütahya, Bolu, Bursa, Afyonkarahisar, Erzurum, Ünye, Eskişehir, Tire, Sivas, Aksaray, Kırşehir, Keçiborlu, Uluborlu, Kula, Karaman şehirlerde de mezarı vardır. O, şiirlerinde mahlas olarak "Yunus Emre"den başka "Yunus, Bî-çâre Yunus, Koca Yunus, Yunus Dedem, Tapduk Yunus, Miskin Yunus, Derviş Yunus" gibi isimleri kullanmaktadır.
Yunus; Mevlana, Hacı Bektaş-ı Veli, Taptuk Emre ve Ahmed Yesevi den etkilenmiş ve istifade etmiştir.
Merhamet olmayınca hayat da olmazdı. Bu kadar zulmü, katliamları görünce insan, merhametin önemini daha iyi idrak ediyor.
Hz. Ömer bir gün, birisini bir vilayete kadı tayin etti. Kadı, vedalaşmaya geldi. Bu esnada Hz.Ömer çocuğunu seviyordu. Vali dedi ki: "Ya Ömer, bu haliniz bende şaşkınlık yarattı. Ben şimdiye kadar hiçbir çocuğumu sevip, okşamadım."
Hz. Ömer onu hemen görevden aldı ve dedi ki: "Evlâtlarına sevgi göstermeyen, halka da göstermez. Çocuklarına merhameti olmayanın, halka da merhameti olmaz."
Derler ki, Hz.Süleyman bütün hayvanların dillinden anlarmış. Bir gün, çeşmede elini yüzünü yıkarken, bir kirpi görmüş ve elini yüzünü kurulamak için havlu gibi yumuşak bir bez getirmesini istemiş. Kirpi, yavrusunu uzatmış ve elini onunla kurulamasını istemiş. Hz. Süleyman kızmış ve "Hiç olur mu bununla el yüz kurulamak, git bana doğru dürüst yumuşak bir ş... (Devam)
1921'de Manisa'da dünyaya gelmiştir. Manisa ve Balıkesir'deki öğrenim hayatından sonra İstanbul Üniversitesi'nde Türk Dili ve Edebiyatı'nı okumuştur. Maltepe Askeri Lisesi'n-de edebiyat öğretmenliği yaptıktan sonra Manisa'da çiftçilikle uğraşmıştır. 1976'da İstanbul'a dönmüş, Milliyet yayınlarında çevirmenlik, Can yayınlarında redaktörlük yapmıştır. 1989'da geçirdiği kalp krizi sonucu Moda'daki evinde hayata gözlerini yummuştur. Yusuf Atılgan, Modern Türk Edebiyatının usta romancılarındandır.