KONUSU: Köyde yaşayan bir çocuğun, görmeyi ve sevmeyi çok arzu ettiği, nadir bulunan "Ötleğen Kuşu"nun peşinde koşması, onu kurtarması ve dost olması anlatılmaktadır.
ÖtleğenKuşu'nun Ülkesi:
Burası, Beşparmak dağlarından, Söke ilçesine kadar uzanan bir ovanın ucundadır. Bizim Tuzburgazı köyümüz, bu dağın ovaya bakan yamacındadır. Köyün hemen altında, buğday tarlaları, Büyükmenderes Irmağı'm kucaklar.
Bizim köye/ Söke ilçesinden gelen, yılların yıprattığı yarısı taş, yarısı toprak bir yol vardır. Bu yol da köyü aşınca üçe bölünüyordu. En çok, ormanın kıyısından geçen yol kullanılırdı. Bu yoldan geçenleri ansızın durduru verecek güzellikte öten bir ses vardı ki, o da Ötleğen Kuşu'nun sesiydi. Babama ve avcılara sorduğumda, "serçeye benzer, bir çalı bülbülü" derlerdi.
Babamın müdürlüğünü yaptığı kereste fabrikasına her gidiş gelişimde, hep onu bulmaya, avuçlarımın arasına almaya çalışırdım. Ne gezer? Yüzünü bile göremezdim.
Üç Arkadaş Yola Çıkıyor:
Nuri ve Metin isimli arkadaşlarımla güvercin mağaralarına gitmek için sözleşdiğimiz için, sabah erkenden uyandım. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra, bazlama ekmeğinden ve peynirden birer büyük parça koparıp yemeye başladım. Annem, sütümü içmediğim için kızdı. Canım annem. Herkesin annesi gibi çok güzeldi..Her anne gibi sevecen yüzlü, yumuşacık tenli, süt kokulu, bal sesli, iyi yürekli bir kadıncıktı.
Önce dereye inip, yakaladığımız küçük balıkları elimizdeki şişeye doldurduk. Sonra da tahta köprüyü geçerek ormana doğru yöneldik.
Yukarlara çıktıkça, Ötleğen Kuşu'nun ülkesine yaklaştığımız için yüreklerimizin çarpması hızlanıyordu. Birbirimize bu sefer kuşu bulup bulamayacağımızı sorup duruyorduk. Bu arada Nuri cebinden sapanını çıkardı ve kuş vuracağını söyledi. Çok geçme- misti ki, dediğini yaptı ve bir serçeyi vurdu. Metin ile ben çok üzülmüştük. Sapanı bırakmazsa, onunla konuşmayacağımızı söyleyince, tamam deyip sapanı cebine soktu. O gün, öğlene kadar kuşumuzu göremedik. Sadece ben, bir kerecik sesini işittim.
Fabrikaya geldiğimizde, babam sanki olanları görmüş gibi, Nuri'ye sapanla kuş kovaladığı için sitem etti. Sonra da, Nuri'nin babasının iyi bir avcı ve aynı zamanda Kuva-yı Milliye'de ilk mücadele edenlerden birisi olduğunu anlattı.
öğlen yemeğini babamla birlikte yedikten sonra, denizin kenarına inmek için izin aldık. Suyun içinde ilerleyerek, güvercin mağaralarının olduğu yere geldik. Birdenbire yüzlerce güvercin havalanınca, çok korktuk. Yine de mağaralarını görmüştük.
Fabrikaya döndüğümüzde, Sezai Ağabey'i kır atın çektiği yük arabasının başında, bizi beklerken bulduk. Babam da geldikten sonra, binerek hep birlikte köye döndük.
¦ ¦ m
Yavru Ötleğen Kuşu:
Ötleğen Kuşu'nu bulmaya kararlıydım. Bu sefer tek başıma yola çıktım. Babamın yemeğini götürürken, ormanın içinden geçecek ve kuşu görecektim.
Ormana girdiğimde, önce içimi bir ürperti aldı. Sonra, kendi kendime türküler söyleyerek bu ürkekliğimi geçirmeye çalıştım.
Ormanın güzelliklerini seyrederek, dikkatli bir şekilde yürüdüğüm, kulaklarımı diktiğim, gözlerimi dört açtığım halde, kuşuma rastlayamamıştım.
Bu halde ormandan çıkmıştım ki, gökte bir karaltı gördüm. Bu yırtıcı bir kuştu. Üzerime doğru geliyordu. Birden tekrar havalanıp gitti. Çalıların dibinde çırpınıp duran yavru kuşu o zaman gördüm. Hemen koşup avuçlarımın arasına aldım. Düşümde görsem zor inanırdım. Ötleğen Kuşu avuçlanmdaydı.
Onu incitmemeye çalışarak sevip, okşadım. Babamın yanına vardığımda, kuşu gösterip nasıl kurtardığımı da anlattım. Sonra da Sezai Ağabey'in yanına koşup, ona güzel bir kafes yaptırdım. Zavallıcık, kafesin içinde bir köşeye büzülmüş öylece duruyordu.
"Bülbülü altın kafese koymuşlar, yine de vatanım demiş" diyen babam haklıydı galiba.
İlçeye Yolculuk:
Germencik çayında erlerimizin gösterisi vardı. Belki Atatürk'de gelebilir diye Söke'ye gidecektik. Babam, ben, kardeşlerim, Metin, kardeşi Ayşe ve babası Halim Amca hep birlikte yola çıktık. Asılı kafesinde bulunan Ötleğen Kuşu'na, annem bakacaktı. Hepimiz bayrama gider gibi giyinmiştik. Yolda öğretmenimizi de alınca tamam olmuştuk.
İlçe, yazları kuruyan, kışlan gürül gürül akan çayın iki yakasında gelişmişti. İlçeye varınca, fabrika sahibi Hüsnü Biçer bizleri karşıladı. Sonra bir kitapçıdan içeri girdik. Okumak için kitaplar, bana mandolin, Zeynep'e de ağız mızıkası aldık. Mandolinimi Şimdiden çok sevmiştim.
Günün erken saatlerinden İtibaren tüm ilçe hareketlenmeye başlamıştı. Çünkü Atatürk'ün komutanları ile birlikte buradan geçeceği, kulaktan kulağa yayılmıştı. Çok geçmeden beklenen an geldi. Ağır ağır ilerleyen, üstü açık bir otomobilde, yanında resimlerinden tanıdığım bir büyük adamla beraber geçtiğini görünce: "Atatürk!" diye bağırdım.
Hemen onun da, benim bu şaşkın, çılgın sevincimin sesine doğru dönüp baktığını, bana gülümsediğini gördüm. Bir Anadolu çocuğunun, bu bir tek kelimeyle neler demek istediğini; kendisine bağlılığını, sevgisini anlamışçasına mutlu bir gülümseyişti bu..
Bana öyle geldi ki, o geçtikten sonra da bir süre, ardından a-teşten bir ırmak sürüklenip gitti..
Bir Kara Bulutlu Kasım:
On Kasım günü, sınıfta üçüncü dersin başlaması için öğretmenimizi bekliyorduk. İçeri girdiğinde gayet durgun bir hali vardı. Önce bize biraz Atatürk'ü anlattı. Atanın "Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır, ancak Türk Ulusu ilelebet yaşayacaktır" sözlerini söyledi ve kara haberi verdi. Bütün sınıftan hıçkırıklar yükselmeye başladı. Öğretmenimizle birlikte ağlıyorduk.
O günden sonra yağmur haftalarca, dinmek bilmeden yağdı. Çoğu arkadaşımız bu yüzden okula gelemiyordu. Ancak gelmeyenler arasında, babaları yeni eğitim sistemine karşı
Ötleğen Kuşu"m, kafesinde her geçen gün büyüyor, gelişiyordu. Sık sık türküler söylüyordu. Hepimiz başına toplanıp, onunla konuşuyorduk. Ancak, babam eve radyo aldıktan sonra, ona olan ilgimiz biraz azalmıştı. Çünkü içinden sesler çıkan bu alet, o zamana kadar görülmemiş bir şeydi.
İlkbaharın Gelişi:
İlkbaharın gelişini çiçeklerin açmasından çok, bizim Ötleğen 'in durmadan tatlı tatlı şakımasından anlamıştık. Sesi, boğazından değil de, yüreğinden, yüreğinin pınarlara eğilmiş yemyeşil dallı, saydam, kuytu bir köşesinden geliyor gibiydi.
Artık günler göz açıp kapayıncaya kadar, bir salıncaktaymış gibi geçip gidiyordu. 23 Nisan gecesi için vereceğimiz eğlenceli oyuna hazırlanmıştık. O gün geldiğinde, çok güzel eğlendik. Velilerimiz bizi hep alkışladılar. Ayrıca ben, mandolin çalıp şarkılar söyledim. Çok alkış alınca, utanıp öğretmenimin arkasına saklandım.
O yaz, ben ve kardeşim Hasan, sünnet olduk. Sünnet düğünümüz pek eğlenceliydi. Çünkü babamın getirdiği meddah amca, her türlü taklidi yapabiliyordu. Ayrıca, Karagöz Hacivat bile oynattı.
Bütün kuşların kırlarda özgürce dolaştıklarını görüp de, evde kuşumun kafeste olması artık bana dokunur olmuştu. Kararımı vermiştim, onu serbest bırakacaktım. Kardeşim Hasan ve Ayşe ile birlikte, onu kurtardığım yere getirdim. Pınarın yanında durarak, kafesin kapağını açıp, Ötleğen Kuşu'mu ellerimin arasına alarak bir kez daha okşadım, sonra da avuçlarımı açtım. Kuş:
"Hoşça kal Nihat!"
dercesine, yüzüme bir daha tatlı tatlı baktı. Ben de ona, "Azat mazat/Öteki evrende beni gözet!" diye haykırdım.
Bu sayfada yer alan bilgilerle ilgili sorularınızı sorabilir, eleştiri ve önerilerde bulunabilirsiniz. Yeni bilgiler ekleyerek sayfanın gelişmesine katkıda bulunabilirsiniz.